Büyükler
için bir Küçük Prens İncelemesi
Bahar
İmla
Ülkemizdeki
ilk basımı 1953'te yapılmasına karşın ancak telif hakkının kalkmasıyla gerek malum edebiyat dergilerini, gerekse
anahtarlığı,çantası ve diğer tüm aksesuarlarıyla birlikte vitrinleri süslemeye
başlayan, Oğuz Atay ve Sabahattin Ali ve daha nicesiyle birlikte içi boşaltılıp
yalnızca bir vitrin süsü haline gelen ‘’Okumasak da Okumuş gibi Gözükelim
Yeter! Kitapları Listesi’’ne gönül rahatlığı ile ilk üçte sayabileceğimiz bir
kitap: Küçük Prens.
Spartaküs'ün
ilk sayısı,bana Küçük Prens’in popüler kültürün mezesi haline gelmesi hakkında
düşüncelerimi belirtmem için büyük bir fırsat oldu bu durumda. Kitap hakkında
konuşmaya başlayacak olursak, sizlere önce biraz vikipedik bilgi, sonrasında
Antoine De Saint Exupery’nin kitabı önce kendisine sonra çocukluğuna adadığı
adam Leon Werth'ten, Küçük Prens’in Türkiye’de yol açtığı tartışmalardan,
kitaptaki modern toplum eleştirisinden, ve 2015 yılında bir animasyon olarak
yayınlanan Küçük Prens’ten bahsedeceğiz.
Antoine
de Saint Exupery ve Küçük Prens Hakkında
Belki
de söylemeye gerek bile yoktur ancak biz yine de böyle başlayalım; kitapta
Küçük Prens ile karşılaşan pilot, yazarın kendisi: Antoine de Saint Exupery.
1900 yılında, Fransa’nın Lyon kentinde hayli varlıklı bir ailenin üçüncü çocuğu
olarak dünyaya gelmiş, dört yaşındayken babasının ölümüyle yoksullaşan
ailelerinde ilk öğretmeni annesi olmuş. Okuldaki derslerinde pek başarılı
olamayan, on iki yaşında uçaklarla tanışıp pilot olma hayalini aklının bir
köşesine koyan fakat annesinin isteğiyle denizcilik okuluna giden, sonrasında
mimarlığa merak salan fakat 21 yaşında orduya çağırılan, askerliğin ardından
yine annesinin isteğiyle kamyon satıcılığına başlayan fakat ticarette de
başarısız olunca yazmaya başlayan, her sanatçı gibi başarısızlık öyküleri olan
biri Antoine de Saint Exupery. 1926 yılında ise tekrar uçmaya başladıktan sonra
‘’Gece Kuşu’’ kitabında Arjantin’de görev yaparkenki anılarını, ‘’Küçük
Prens’’te ise otuz beş yaşındayken Tunus’ta yaşadığı uçak kazası ve çölde geçen
dört gününü kurguladı.Yazar 31 Temmuz 1944’te Naziler tarafından uçağının
vurulmasıyla Marsilya açıklarında denize düştü, enkaz 2000 yılında balıkçılar
tarafından bulundu. Amerika’da bir otel odasında yazılan ve 1943’te yayınlanan
Küçük Prens yazarın en bilinen kitabı olarak okunması gereken kitaplar
listelerine girmeyi başardı. Modern burjuva toplumun bireylerinin B-612
gezegeninden gelen bir çocuğun gözünden anlatılıp eleştirildiği kitap, bu
sistemde doğup büyüdüğü için, burjuva toplumun kokuşmuşluğunun hali hazırda
olması gerekenmiş gibi hissedilmesinin anormalliğinin ve korkunçluğunun bir
aynası gibi konumlandı yıllardır. Modern burjuva topluma özgü bu tipolojileri
Küçük Prens’in gezdiği yedi farklı gezegende işlenir. Kendi gezegeni olan
B-612’den gezegeninde beslediği gülüne daha faydalı olabilmenin çaresini bulmak
için göç eden bir kuş sürüsüyle birlikte yola çıkan Küçük Prens’in ilk geldiği
gezegen (Asteroid 325), ihtişamlı giysiler içinde tahtında oturan, peleriniyle bütün
gezegeni kaplayan, zaten olması gereken, olmuş ve olacak şeyleri (bknz.Yol
yaptık) kendi marifetiymiş gibi gösteren bir kraldı. İkinci gezegende (Asteroid
326) alkışlanmaktan başka hiçbir isteği olmayan bir sanatçı ve onun elitist
tavırları, üçüncü gezegende umutsuzluğun, çaresizliğin ve kısır döngü içinde
kalınan sıkışmışlığın sembolize edildiği bir sarhoşla karşılaşır. Dördüncü
gezegende 54 yıldır sahip olduğu (‘nu zannettiği) yıldızları saymaktan başka
bir şey yapmayan, sürekli ne kadar zengin ve ne kadar ciddi bir adam olduğunu
söyleyip duran, yıldızları ‘’tembellere türlü düşler kurduran sarı şeyler’’
olarak tanımlayan, Küçük Prens’in ise ‘’adam değil bir mantardı!’’ diye tarif
ettiği iş adamıyla karşılaşır. (Mantarlar canlılar aleminde üretici değil
ayrıştırıcı olan canlılar sınıfındadır.) Şimdiye kadar gördüğü en küçük
gezegene varır Küçük Prens. Gezegende feneriyle birlikte bir bekçi
yaşamaktadır, şu zamana kadar gezdiği bütün gezegenlerde yaptığı şeyin anlamlı
olduğu tek kişi bu bekçidir, fakat bu bekçi yönetmeliğe o kadar bağlıdır ki,
gezegeni her yıl daha hızlı dönmeye başladığı fakat yönetmelik hiç değişmediği
için fenerini artık dakika başı yakmak zorundadır. Bekçi artık uyuyamayacak
hale gelmiştir fakat yönetmeliğe uymaktan asla şaşmaz. 6. gezegende daha kendi
gezegenini hiç gezmemiş, sadece kaşiflerin söyledikleriyle kitaplar yazan bir
coğrafyacı vardır ve Küçük Prens’e Dünya’ya gitmesini öğütler. Küçük Prens
Dünya’ya doğru yol alır. Dünya bu zamana kadar gördüğü en kalabalık, en çok
kralın, en çok bekçinin olduğu gezegendir, burada ise hem dostluk hem yalnızlık
hem de umut işlenir.
Türkİye'de
Çevİrİ ve Sansür Tartışmaları
Küçük
Prens'in en çok okunduğu diyemeyeceğim fakat birkaç cümlesinin en çok
tartışıldığı ülke kuşkusuz Türkiye'dir. Kitabın 20. sayfasında (Can
Yayınları'nın basımına göre- Cemal Süreya ve Tomris Uyar'a ait çeviride) 1909'da katıldığı bir kongrede geleneksel
kıyafetleri nedeniyle aşağılanan ve dinlenmeyen fakat sonraki yıllarda dediğim
dedik bir Türk önderinin (orijinal metinde yazar ''Diktatör'' sözcüğünü
kullanır. Önder, lider veya düşünür gibi çeviriler çevirmenlerin ve
yayınevlerinin yapmış olduğu değişiklikten ibarettir.) Avrupai tarzda
giyinmeyenlerin ölüm cezasına çarptırılacağına yönelik çıkardığı kanun ile 1920'deki
kongrede itibarı kurtarılan bir gök bilimcisini anlatır. Kılık-Kıyafet
kanununun 1925 yılında çıkarılması sebebiyle Abdülhamit'in kastedildiği
söylense de elbette ki sözü edilen kişi Mustafa Kemal'dir. Abdülhamit'in
1909'da tahtan indirildiğini ve o tarihten itibaren ülke yönetiminin İttihat ve
Terakki'de olduğunu, Mustafa Kemal'in de bu partinin önemli kadroları arasında
yer aldığını ve bir hükmün savaş koşullarındaki bir coğrafyada kanunen
yasalaştırılmadan da dayatılabileceğini göz önüne alırsak, yazar belki de sorun
yaşamamak adına tarihlerde oynamalar yapmış olabilir fakat eleştirinin
keskinliği adına kullandığı metaforlar birebir örtüşmese de yaptığı yorumun
tarihsel gerçekliklerle örtüşen bir yanı olduğunu söylemek mümkün.
Velhasıl
kelam, sözünü ettiğimiz bu satırlar Türkiye'de epey tartışma konusu olmuş,
kitap 2005 yılında 100 Temel Eser listesinden çıkarılmış, sonra yeniden
eklenmiştir. Bu sıkıntıyı kitabın farklı çevirilerinde de görmek mümkündür.
Aslına bağlı kalmayarak çoğu yayınevi ve çevirmen ''diktatör'' kelimesini
''önder'' ''lider'' ''düşünür'' olarak değiştirerek ortaya çıkması muhtemel
tartışmaları daha başlamadan ortadan kaldırmıştır. Ama tüm dünyada en çok
bilinen ve okunan kitaplardan biri olan Küçük Prens’in orjinal çevirisine özellikle
iletişim araçlarının bu denli yaygınlaştığı bir dönemde ulaşmanın hiç de zor
olmadığı düşünüldüğünde, bu çabanın ne kadar boş olduğu da
gözlemlenecektir.
Kitabın
Adandığı Kişi: Leon Werth
Gelgelelim
Antoine de Saint Exupery'nin kitabı önce kendisine, sonra çocukluğuna adadığı,
belki de Küçük Prens ile eşleştirebileceğimiz kişiye, yani Leon Werth'e.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını, sömürgeciliği, ülkesi Fransa'nın
emperyalist çıkarlar uğruna ortaya koyduğu politikaları ifşa etmiş ve eleştirmiş,
SSCB'deki Stalinist bürokrasinin sosyalizmle uzaktan yakından alakası
olmadığını yılmadan söylemeye devam etmiş, Ekim Devrimi'nin yani 20. yy'ın en
büyük olayınının bütün insanlık adına elde edilen kazanımlarının Stalinizmin
demir yumruğu altında nasıl kaybedildiğini görmüş bir sosyalist, aslında içinde
yaşadığı döneme baktığımızda umutsuzluğa düştüğünü söylemek de mümkün.
Açıkça
söylemek gerekiyor ki, Antoine de Saint Exupery, Küçük Prens ve Leon Werth
üçlüsünü bir arada düşününce insan bazen şaşkınlığa uğrayabiliyor. Yazar ile
Leon Werth'in dostluğu, ikili arasındakı ideolojik zıtlıklar ve Antoine de
Saint Exupery'nin 1. ve 2. Dünya Savaşları sırasında aldığı tutum ile Küçük
Prens'i bağdaştırmak insana ilk bakışta hayli zor geliyor. Şöyle açıklayayım:
Leon
Werth'in hayatından, savaş karşıtı devrimci yenilgici tutumundan ve ideolojik
bakışından bahsetmiştik. Antoine de Saint Exupery ise 1. ve 2. Dünya
Savaşları’nda onun tam tersi tutum almış, hatta 2. Dünya Savaşı sırasında
sağlık sorunları nedeniyle Fransız Ordusu'na alınmadığı için Amerikaya gitmiş,
orada Almanlarla savaşmak için Amerikan ordusuna katılmıştır. Yazarın bu
tutumunun salt bir Nazi karşıtlığı
üzerinden olduğunu söylemek meselenin gerçeklerle olan bağını, yazarın sonraki
dönemde değişen fikirlerinin sebeplerini eksik bırakmak olur. 1944'te ölmeden
bir yıl önce Küçük Prens'i yazdığını ve kitapta katıldığı savaşlar da dahil
olmak üzere içinde yaşadığımız sisteme eleştirilerini basıldığı tarihten bugüne
dikkat çeken bir tarzda sunduğunu söylemek yanlış olmaz. ( Kapitalizmde
piramidin bir üst basamağına atlamak için yapılan her türlü savaşı eleştirmeden
ve karşısında mücadele vermeden sol bir sistem eleştirisi yapamazsınız.)
Yazarın kendi hayatı ve fikirlerine dair büyük bir kırılma yaşadığını ve dolayısıyla
Küçük Prens'in de, Leon Werth'e adanmasının, yazarın hayata, sisteme ve topluma
dair önceki düşüncelerine getirdiği bir özeleştiri olduğunu; tarihsel gelişim
seyri içinde bilimde ve teknolojide hızla ilerlemiş (bunu emekçi sınıfları
zaptetmek için kullanmış ve aslında bu noktada insanlığa verebilecek hiçbir
şeyi olmayan) "medeniyetler" ve onların yürütücülerine dair
gerçekleri fark ettikten sonra kendi adına bir özür olarak yazdığını anlamak
yanlış olmaz kanaatimce.
Son
satırlara gelecek olursak; yazıldığı dönemin koşulların, modern topluma
yönelttiği eleştiriler ve her yaş kesimine çevrildiği her dilde rahatlıkla
hitap edebilmesi açısından düşünüldüğünde Küçük Prens hiçbir zaman eskimeyen,
her görüldüğünde, bir kesiti duyulduğunda veya okunduğunda sol tarafınıza
dokunacak bir eser olmaya devam edecektir. Ve her ne kadar popüler kültüre
kurban edilmeye çalışılsa da Küçük Prens'in hayalindeki dünyayı yaratabilmek
için mücadele vererek onun gerçek değerini koruyanlar daima varolacaklardır.
Küçük Prens severlere söyelenebilecek en önemli son söz aslında içinde
yaşadığımız sistemin kendisine karşı her yaştan insanın anlayabileceği netlikte
eleştiriler getiren bir eseri bile kendi piyasasına katma, onu yeni kar elde
etme araçlarından biri haline getirmek konusunda ne kadar mahir olduğudur.
Belki de yapılması gereken bu tuzağa düşmeden yazılma amacına hatta belki de
yazılma amacının da üzerine çıkan düşüncelerine sadık kalarak genç yaşlı
demeden herkes için farklı bir dünyanın kapısını aralayan bu eseri yaygınlaştırmaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder