Charles
Darwin’in ‘’Türlerin Kökeni’’ kitabıyla ortaya attığı evrim teorisinden bugüne
155 yıl zaman geçti. Bugün evrim teorisi hala bilim camiasına, hatta tarih,
sosyoloji ve diğer alanlara damgasını vurmuş bir teoridir. Ben bu yazıda evrim ile ilgili sosyal
darwinizm konusunu tartışacağım. Çünkü evrim teorisinin aslında ne olduğu bugün
hala doğru anlatılamamış bir konudur. Bu yüzden evrim teorisinin toplumsal
alanda çarpık bir şekilde yorumlanması günümüzde hala görülen bir vaka.
Toplumun bazı kesimleri zenginlerin güçlü olduğu için zengin, fakirlerin ise
zayıf veya beceriksiz oldukları için fakir olduklarına inanıyor. Bu yorum
toplumsal ilişkileri göz ardı ederek yapıldığı için çok zayıf ve evrim
teorisinin babası Charles Darwin’in değil, Jean-Baptiste Lamarck adlı doğa
bilimcinin hatalı evrim teorisinin toplumsal süreçlere uygulanmasının bir
sonucudur. Lamarck’ın evrim teorisine bakmak, Darwin'le aralarındaki farkı
görmek evrim teorisinin aslında ne olup olmadığını anlamak için çok faydalı
olacaktır. Özellikle göstermek istediğim şey ise sosyal darwinizmin kendi
dayanak noktasını Darwin’den değil Lamarck’tan almış olduğudur. Öncelikle
Lamarck’ın evrim teorisinin ne olduğunu ve neyi savunduğunu açıklayacağım.
Sonra bu teorinin sosyal darwinistlerle ilişkisini ve Darwin’in kendi evrim
teorisinin onlardan nerede ayrıldığını göstereceğim. En sonunda Darwin’in evrim
teorisinin aslında ne olduğu ve neden bu kadar muhalefetle karşılaştığını
açıklayacağım. Bu sayede evrim teorisinin çarpık yorumlanışlarına karşı
Darwin’in kendisini savunabiliriz ve evrim teorisinin basitçe aslında ne
olduğunu anlayabiliriz.
Lamarck
evrim teorisini çoğunlukla çevrenin etkisine ve alışkanlıklara bağlamıştır.
Lamarck’ın evrim teorisini 2 ilke ile özetleyebiliriz, ‘’doğa bütün canlı
oluşumlarını en yalınlarından başlayarak ve en karmaşıklarıyla sonuçlandırarak
birbiri ardına giderek üretti’’ ve ‘’ hayvanlar ve bitkiler yeryüzü yuvarlağı
üzerine yayılırken başka başka durum ve koşullar içinde bulundular ‘’.Bu
ilkelerin Lamarck’a göre sonuçlarını açıklayalım: Lamarck’a göre kullanılmayan organlar küçülür ve
körelir, kullanılan organlar ise büyür ve gelişir. Gelişen bu özellikler ise
Lamarck’ın teorisine göre kalıtım yoluyla aktarılır. Örneğin çitaların avlarını
yakalayabilmek için hızlı koşmaları gerekir, bu da onların ayak kaslarının
güçlenmesini sağlar ve Lamarck bu güçlü kasların kalıtım yoluyla çitanın
çocuklarına aktarıldığını belirtir. Bu canlıların ayrıca etkileşim içerisinde
olduğu bir çevre vardır. Çevrede iklim değişiklikleri, doğal afetler, göçler vb
olaylar yaşanır. Bu olaylara ayak uyduramayan güçsüz canlılar yok olur, kendini
geliştirip ayak uydurabilen güçlü canlılar ise ayakta kalır ve uyum sağlamak
için kazandıkları özellikleri çocuklarına aktarırlar. Lamarck’ın o meşhur
zürafa örneği bu konuda her şeyi özetleyecektir. Diyelim ki çevrede bir
değişiklik oldu ve meyve veren çoğu kısa ağaç bir iklim değişikliği veya bir
afet sonucu yok oldu ve sadece çok uzun ağaçlar hayatta kaldı. Lamarck’ın evrim
teorisinin bu durumda iddia ettiği şey şudur: Zürafalar içerisinde boyunlarını
uzatabilecek kadar güçlü olanlar bu meyvelere erişebildiler ve hayatta
kaldılar, kazandıkları bu özellikleri çocuklarına kalıtsal olarak aktardılar,
güçsüz olup boyunları uzatamayan zürafalar ise uyum sağlayamadıkları için
soyları tükendi. İşte bütün zürafaların boyunları bu nedenden dolayı uzundur.
Burada dikkat çekilmesi gereken başka bir nokta
ise Lamarck’ın ilerlemeci anlayışıdır. Lamarck bütün canlıların
yaradılışlarından doğru ileriye doğru bir eğilim olduğunu söyler ve bu yüzden
evrim sürecinde daha iyi bir forma geliştiğini iddia eder. Bu yüzden doğanın
çizgisel gelişiminin bir sonucu olarak hayvanların güçlü olanlarının hayatta
kalıp, gelişmiş özelliklerini koruyup güçsüz basit canlıların elenerek doğanın
gelişkinliğinin arttığı sonucu çıkar.
İşte
çok iyi dikkat edildiğinde fark edilecektir ki Sosyal darwinizm doktrini
Darwin’in kendi teorisine dayalı değil Lamarck’ın evrim teorisine dayalı olarak
geliştirilmiştir. Sosyal darwinizm teorisini ilk ortaya atan İngiliz filozof
Herbert Spencer, evrim teorisini toplumsal hayatı analiz etmek için kullandığı
zaman, kullandığı evrim teorisi işte bu evrim teorisidir. Herbert Spencer’in
düşüncesi ile Sosyal Darwinizm düşüncesinin kısa bir açıklamasını verelim,
Herbert Spencer toplumları da doğaya benzetir. Tıpkı canlılar gibi
toplumlarda büyür, gelişir, karmaşıklığı artar, farklı yapılara doğru evrilir.
Ona göre toplumlar da çevreye uyum sağlama ve adaptasyonu öğrenir.Tıpkı doğada
canlıların iklimle, çevreyle ve diğer canlılarla olan dengesi gibi, toplumda ve
onu oluşturan bileşenlerde de, mesela bazı toplumların diğer toplumlar ile
arasındaki ilişkide ve toplumu oluşturan bireyler arasındaki ilişkide bir denge
vardır. Doğada iklim değişikliği veya göçlerin doğa dengesini bozması gibi
toplumsal olaylarda da iç şavaş, kıtlık, salgın gibi nedenlerden dolayı
toplumsal denge bozulur. Ve sonunda tıpkı Lamarck’ın doğada ‘’güçlü’’ olan
canlıların kendileri ortama uyum sağlayarak kurtulup ‘’güçsüz’’ olanların
elenmesi üzerine söylediği gibi Herbert Spencer’ da toplumda güçlü olanların
ayakta kalıp güçsüz olanların elendiği sonucuna varır. Bu düşünce örneğin
yoksulların, onların zayıf, güçsüz, aptal oldukları veya benzer nedenlerden
dolayı yoksul kaldıklarını ve bu yüzden topluma uyum sağlayamayıp hayatta
elendiklerini varsayar. Ayrıca Herbert Spencer ve diğer sosyal darwinistlerin
toplumsal ilerleme düşünceleri de Lamarck’a dayanır.Tıpkı Lamarck’ın doğanın
güçlü olanların ayakta kalması sayesinde canlı dünyasının hep ilerleme
içerisinde olduğunu söylemesi gibi, Herbert Spencer gibiler toplumların güçlü
olanların ayakta kalıp, zayıfların elenmesi sayesinde ilerlediğini iddia eder.
Bu yüzden yoksullara yönelik sosyal yardım, zorunlu eğitim, çalışma
koşullarının iyileştirilmesi gibi politiklara karşı çıkarlar çünkü bu ‘’doğanın
kanununa’’(ilerde göstereceğim gibi aslında doğadaki evrim mekanizmalarının bu
şekilde işlemiyor oluşuna rağmen) aykırıdır. Örneğin Adolf Hitler’in ‘’zayıfa
acımak doğaya ihanettir’’ sözününde Darwin’den çok Lamarck’ın evrim teorisine
uyduğu görülecektir. Burada dikkat edilmesi gereken bir sey daha ise bu
düşüncenin günümüzdeki bireyci liberal düşünce tarafından da desteklendiğidir.
Liberal ekonomi veya kapitalist sistem rekabetçi bir sistemdir güçlü olup
çalışanların sistemde ayakta kalıp güçsüz olanların sistemden elendiğini iddia
eder, bu doğa kanunu üzerinden kendini meşrulaştırır, toplumun bu şekilde
ilerlediğini söyler.
Şimdi,
sosyal darwinizmin temellerinin darwinden değil de Lamarck’tan geldiğini
gördüğümüze göre, aslında Darwin’in evrim mekanizmalarının işleyişi karşısında
Lamarck’ın evrim teorisinin hatalarının nereden kaynaklandığına, bunun sosyal
darwinizm ile ilişkilendirilmesinin ardında yatan gerçeklere bakalım.
Lamarck’ın
nerede yanıldığını baştan söyleyelim; öncelikle Lamarck kullanılan organın
gelişip kullanılmayan organın körelmesi konusunda haklı olmasına rağmen, bu
özelliklerin kalıtsal olarak çocuklarına aktarilabileceği konusunda yanılıyordu.
Biz bugün bu alışkanlıklar yüzünden oluşan değişikliklere modifikasyon diyoruz.
Modifikasyonlarda çevresel şartlardan dolayı değişimler meydana gelir ama
bunlar kalıtsal değildir. Örneğin, insanlar güneşte yandığı zaman teni
bronzlaşır, ama bu insanlardan doğan çocukların teni bronz olmaz. Bu özellikler
kalıtsal olmadığından dolayı evrimin nedeni olamazlar. Lamarck’ın zürafa
örneğine dönecek olursak , bu örneğin yanlışlığını hemen görürüz, zürafalar
kalıtsal olarak gücünü kullanarak boyunlarını bilinçli olarak uzatamazlar,
böyle bir kabiliyetleri yoktur. Evrim mekanizması kabiliyet üzerinden işlemez.
Evet doğada iklim şartlarından dolayı ve diğer canlılardan dolayı bir varolma
savaşı vardır, ancak canlılar bilinçli bir şekilde kendi işlerine yarayabilecek
kalıtsal özellikler geliştiremezler.
Peki
öyleyse değişimler nasıl olur? Değişimleri sağlayan bir sürü evrim mekanizması
vardır. Bu mekanizmaları çeşitlilik mekanizmaları ve eleyici mekanizmalar
olarak ayırabiliriz. Çeşitlilik mekanizmalarına örnek olarak mutasyonu ve
crossing-over örneğini verebiliriz. Mutasyon bir canlının genomu içindeki DNA
ya da RNA diziliminde, yani genetik yapımızda meydana gelen değişimlerdir.
Crossing-over ise kromozomlar arasındaki gen aktarımına denir. Gerçekte
zürafalarda veya çitalarda değişimi sağlayan nedenlerden bazıları bunlardır,
bir zürafa mutasyona uğrar veya crossing-over geçirir ve boynu normalden daha
uzun ya da kısa olur veya benzer şekilde çitanın genetik yapısında bir
değişiklik onun daha güçlü bacaklara sahip olup daha hızlı koşmasını sağlar
veya belki de daha keskin dişlerinin olmasını sağlar. Burada özellikle bilmeniz
gereken şey bu değişimlerin raslantısal olduğudur, bu değişimler zürafa boynunu
uzatmak istediği için veya çitalar daha hızlı koşmak istediği için oluşmazlar,
tamamen tesadüfidir (tabi bu rastlantısal olaylar doğal afetlerin veya iklim
değişikliklerinin raslantısallığı anlamında rastlantısaldır, tıpkı bunların
belirli fiziksel nedenlerden dolayı rastlantısal oluşu gibi, mutasyonda örneğin
radyoaktif dalgalardan ve bunların vücuda giriş açısı, frekansı ve şiddeti gibi
nedenlerden dolayı rastlantısaldır). Peki sonra? Bundan sonra evrimin eleyici
mekanizmaları devreye girer çünkü evrimin tamamlanması için eski türdeki
canlıların soyunun tükenmesi gerekir, bu mekanizmaların en önemlilerinden biri
ise doğal seçilimdir. Doğal Seçilim doğada çevreye uygun olan bireysel
farklılıkların ve değişimlerin korunmasına ve uyumsuz olan değişimlerin
ayıklanmasına denir. Bu sayede eğer oluşan çeşitlilikler canlının yaşadığı
ortama daha iyi uyum sağlamasına yol açıyorsa, bu kalıtsal özellikleri koruyup
çocuklarına aktarma şansı artar, eğer uyum yeteneğini azaltıyorsa bu genlerin
gelecek nesillere aktarılması çok daha zor bir ihtimaldir. Örneğin kutup
bölgelerine yakın yaşayan kahverengi
renkli ayıları düşünelim. Rastgele bir mutasyon sonucu kürk rengini etkileyen
genlerde bir değişiklik oldu ve bu ayı beyaz kürklü oldu. Şimdi bu iki farklı
kürklü renkli hayvanın beslendiği besin kaynaklarının aynı olduğu için
birbirleriyle varolma savaşı verdiğini düşünelim. Beyaz kürk kutuplara yakın
yerlerde karların bolluğunda kahverengi kürke kıyasla ayıya avantaj sağlar,
mesela ayının fok balığı gibi avına daha fark edilmeden ulaşabilmesini sağlar.
Bunun sonucunda beyaz kürklü ayılar kazandıkları avantaj sayesinde çok daha
kolay besine ulaşabilirken, kahverengi ayılar karşılarına yeni çıkan bu beyaz
ayılar yüzünden aynı besini kullandıkları için beslenmekte çok daha zorlanmaya
başlayacaktır. Beyaz ayı yeni özelliği sayesinde bu yeni kazandığı kalıtsal
özelliklerini çocuklarına aktararak uyum sağlama yeteneğini arttığı için
sayısını arttırmaya başlar, kahverengi ayı ise bu yeni rakibi yüzünden uyum
yeteneği azaldığından dolayı sayısı giderek azalmaya başlar , çevrede yeni bir
değişiklik olmadığı sürece türü kuruyana kadar. Ve canlı türlerinde
değişiklikler bu sayede olur, mutasyona uğramış yeni canlılar eskilerinin
yerini alır.
İşte
bu yüzden Darwin’in evrim teorisi sosyal Darwinizm ile eşleştirilemez.
Canlılarda olan yavaş değişiklikler Lamarck’ın inandığı gibi yaradılıştan ve
kaçınılmaz bir eğilimden veya canlıların kendi iradi güçlerinin etkisiyle
değişmez, bu değişiklikler mutasyonlar gibi evrimin çeşitlilik mekanizmaları
sonucu rastgele olur. Bu değişiklikler belli bir yaradılış veya irade gücünden
etkilenmediğinden belirli bir yetkinleşme yönüne doğru da gitmez, evrimin
belirli bir yönü yoktur.’’Darwin ünlü bir sözünde , organizmaların yapısını
tanımlarken hiçbir zaman ‘’üstün’’ ya da ‘’aşağı’’ denmemesi gerektiğini
kendisine anımsatır; çünkü bir amip kendi çevresine bizim kendi çevremize
sağladığımız kadar iyi uyum sağlamışsa, daha üstün yaratıklar olduğumuzu kim
söyleyebilir?’’ İşte bu yüzden Darwin evrimin itici gücü olarak ‘’en güçlü
canlının hayatta kalması’’ değil, Herbert Spencer’in kendisinden aldığı ‘’en
uygun olanın hayatta kalması’’(survival of the fittest) terimini kullanır.
Son
olarak değinmek isteğim önemli bir nokta var; bugün evrim teorisine karşı çıkış
evrimi bir gerçeklik, doğanın işleyiş kuralı olarak gören düşünceye karşı değil
de Darwin’in evrim mekanizmalarını ele alarak gerçekleştiriliyor. Bunun ilk
nedeni Sigmund Freud’un kendisinin bahsettiği insanmerkezcilik yüzündendir.
Diğer evrim teorisyenlerinin aksine Darwin, tıpkı Copernic ve Galilee’nin evrenin dünya merkezli
(geosentrik) değil güneş merkezli olduğunu iddia ederek insanı evrenin
merkezinden atması gibi, Darwin insanı dünya üzerinde diğer canlılardan özel
bir konuma koyan evrim veya doğa görüşüne karşı, evrimin rastlantısallığını ve
belirli bir yönü olmadığını göstererek, ‘’insanın özel yaratılmışlık
ayrıcalığını elinden alıp soykütüğünü hayvanlar aleminden’’ düşürmüştür. İkinci
nedeni ise bu kuramın felsefi maddeciliği, yani ‘’bütün varoluş gerecinin madde
olduğu ve bütün zihinsel ve ruhsal görüngülerin maddenin yan ürünlerini olduğu
görüşünü desteklemesi idi. Bu görüş bir yaratıcının, aklın ilerlemesini
destekleyen, yaratıcı bir gücün evrimi kontrol edip ona Tanrısal bir yön
vermesi düşüncesine açık kapı bırakan bir evrim teorisinin aksine, tamamen maddeye
dayalı rastlantısal bir evrim görüşünü savunuyordu. Muhalefet evrim yasasının
kendisine değildi, Darwinden önce Lamarck gibi zaten belirli sayıda bilim
insanı evrimi, canlıların yavaş yavaş değiştiği görüşünü, kabul ediyordu.
Sorun, bahsettiğimiz bu nedenlerin içinde yaşadığımız rekabetçi ve eşitsiz
toplumu ayakta tutabilmek adına insanların önyargılarında beslenen
insanmerkezci (yada avrupa merkezci) düşünceye, veya Tanrı gibi bir doğaüstü
bir güce ver yeren düşüncelerle direkt olmasa da taban tabana zıt bir kavrayış
ortaya koymasındaydı.
Böylece
evrim teorisinin aslında ne olduğunu ve ne anlama geldiğini basitçe anlatmış
oluyoruz. Sanıldığının aksine güçlünün ayakta kalıp zayıfların elendiği bir
olay değil, rastgelelik ve belirli bir yönü olmayan bir süreçten bahsediyoruz.
İnsana doğada kutsal bir yer veren bir teori değil, onları diğer canlıların
yanına koyan bir teoriden bahsediyoruz. Ve en önemlisi de bu ülkedeki bakış
açısını bir kenara koyarsak dünya genelinde kabul görmüş, kabul edilmek zorunda
kalan bu teori bugün artık egemen sınıfların
kendilerini sosyal darwinizm aracılığıyla meşrulaştırma aracına
dönüştürülmeye çalışılıyor. Ortaya çıktığı günden beri diyalektik-materyalist
felsefi dünya görüşünün doğadaki yansımasını ortaya koyan evrim teorisi bilimsel
sosyalizmin babaları olan Marx ve Engels’in de dikkatini çekmişti. Tüm bu
saldırıları almasının ardında yatan böyle bir gerçeklik de olduğunu
düşündüğümüzde sistemin kendini meşrulaştırmak için çeşitli siyasi, felsefi
görüşlerle harmanlayarak ortaya koyduğu bu safsatalarla onların verdikleriyle
yetinmeyerek ardını arkasını araştırarak mücadele etmek gerekiyor.
Yorumlar
Yorum Gönder