“Üretimin
durmadan altüst edilmesi, bütün toplumsal koşulların aralıksız sarsılışı ve
bitmek bilmeyen bir belirsizlik ve çalkantı burjuva dönemini öteki bütün
dönemlerden ayırt eder.”der Komünist Manifesto.
1920’lerde
Amerika sonradan bakıldığında iki savaş arasındaki ekonomik durgunluğu atlatmak
için “spekülasyonlara” başvurdu. Şirketlerin hisse senetleri, sigorta
poliçeleri, devlet tahvilleri vb. kağıttan varlıklar Amerikan rüyasının temellerini
oluşturuyordu. Kolay para ekonomisi, kapitalistlerin ceplerini doldururken
sömürülen sınıfların omuzlarına büyük yükler bindirecek ve bu sınıflar için
“büyük bunalımların” kapısını aralayacaktı.Spekülasyonlar doğrultusunda işleyen
bu sistem kağıt varlıklara olan talep ve onların değerlerinin yükselmesi
üzerinden çalışıyordu. Kağıttan varlığa olan talep yükselirse onun fiyatı da
yükselecek, yatırımcılar bu fiyat artışının ileride de devam edeceğini umarak
onu almak isteyeceklerdi. Balon ekonomisi bu şekilde hızla şişti, şiştikçe
çekici hale geldi ve kapitalistlerin ağızlarını sulandırmaya devam etti.
Ekonomik durgunluktan kurtulmaya çalışan sermaye Wall Street Borsası’nın
spekülasyon balonunu şişirmişti. Balon yerden gittikçe yükseliyor kağıt
varlıkların fiyatı ile metaların gerçek değerleri arasındaki dengesizlik
artıyordu. Şirketler hisse senetleriyle birbirlerine kenetlenmişlerdi. Bütün
bunlar ekonomik krizi kaçınılmaz kılacak, kapitalist ekonomi sistemin krizlere
muhtaç olduğunu tekrar gösterecekti. Tarım sektöründeki durgunluk ve sanayideki
aşırı genişleme finansal çöküntüyü tetikleyecekti. On yıl içinde hızla şişen
balon aynı hızla sönmeye başlayacak, değerler aynı hızla düşüşe
geçecekti.1929’da Wall Street Borsası çöktü, bu çöküş Dünya Ekonomik Krizine
yol açtı. Birbirinin omuzlarına tutunup ayakta kalan devletler Amerika’daki
düşüşün ardından ekonomik olarak ayakta kalamayacaklardı.1932’de işsizlik 40
milyonu buldu, patronlar baskılarını daha da arttırdı, iş gücü ağır; ücretler
düşüktü.
Yüz
milyonlarca insanı etkileyen bu dönem sanatçıların eserlerinde de kalıcı izlere
yol açacaktı elbette. Filmlerde, romanlarda, fotoğraflarda hissedilecek; Walker
Evans, Steinbeck, Dorothea Lange eserlerini bu dönem üzerine kuracaktı.
Yazının
devamında Steinbeck’in hayatına kısa bir bakış attıktan sonra Steinbeck’in
Gazap Üzümleri’nden ve dönemin havasından bahsedeceğim. Tabii konu Büyük Buhran
olunca Steinbeck’in de Gazap Üzümleri için esin kaynağı olduğu söylenen Migrant
Mother fotoğrafından ve Dorothea Lange’in dönemin atmosferini yakından gösteren
diğer fotoğraflarına da değinmeden geçmek olmaz.
Yazar
John Steinbeck birçok romanında, fotoğrafçı Dorothea Lange yine birçok
fotoğrafında dönemin çilelerini ve acılarını, sefaleti ve geçim derdindeki
aileleri işledi.
John
Steinbeck 1902 yılında ABD’nin Kaliforniya eyaletinde doğdu.Üniversite
yıllarında öğrenimini devam ettirebilmek için birçok farklı işte
çalışmıştı.1920-1926 yıllarında aralıklarla devam ettiği üniversiteyi
bitiremedi. Duvarcılık, boyacılık, eczacılık gibi farklı işlerde çalışırken
sonraki yıllarda eserlerinde işleyeceği hayatları yakından gözlemleme fırsatı
bulmuş, bizzat o hayatları yaşamıştı. İlk kitabı Altın Kupa pek ses
getirmese de sonrasında yazdığı Bitmeyen Kavga’da iki Marksist
işçi önderini anlatmış ve işçilerin bitmeyen kavgalarını anlattığı bu kitabıyla
adından oldukça söz ettirmişti.1937’de iki evsiz çiftlik işçisinin hayatını
anlattığı Fareler ve İnsanlar yayınlandı. Kendisine Pulitzer ödülünü kazandıran, Joad ailesinin hayatta ve bir
arada kalma mücadelesini anlattığı Gazap Üzümleri 1939’da yayınlandı. Gazap
Üzümleri ayrıca Steinbeck’in edebi açıdan zirveye çıktığı eseri olarak da
günümüz edebiyatında yerini aldı.
Zorunlu
Yolculuklar
Gazap
Üzümleri Joad Ailesinin ve Jim Casy’nin hayatta kalma savaşını anlatıyor ve
dönemin atmosferine ışık tutuyor. Hayatta kalma savaşı derken nelerin
anlatılmak istendiğini açmakta fayda var.ABD’de krizin; işsizlik, sağlıkta ve
eğitimde imkansızlıklar, reel ücretlerde düşüş gibi sosyo-ekonomik yansımaları emekçi kesimler tarafından hayatın gerçekleri
haline gelmişti. Dolayısıyla bu kriz koşulları insanları radikal kararlar
almaya itiyor ve onları doğup büyüdükleri topraklardan ayrılmak zorunda
bırakıyordu. ABD’de 1930’larda 3 milyon insan açlık, kuraklık ve özellikle
baskılar gibi nedenlerden dolayı Kaliforniya’ya göç etmekteydi. Romanda
anlatılan Joad ailesi de yaşadıkları aynı zamanda çiftçilikle geçimlerini
sağladıkları topraklardan bankalar ve tüccarların baskıları ve manipülasyonları
yüzünden göç etmek zorunda bırakılıyor. Bu göç kararı ailenin genç üyeleri
tarafından nispeten kolay kabullenilse de; değişiklik düşüncesinin hayatlarına
girmesinden hoşnut olmayan diğer aile bireyleri tarafından kabullenmesi zor ve
zahmetli hale geliyor. Yaptıkları göçte aile yavaş yavaş dağılıyor ve
alışık oldukları yaşamdan oldukça farklı bir yaşama uyum sağlama sürecine
girmelerinden dolayı zaman zaman anlaşmazlıklar yaşanıyor.Tabii bu
anlaşmazlıklarda toparlayıcı rolde her zaman Anne Joad oluyor. Ailenin bu
yolculuğu her anında iş bulma endişesi içeriyor.Parasızlıktan kaynaklı olarak
temel besin maddelerine ulaşamamaksa her gün onların hayatını zorlaştırırken
gelecek kaygısı akıllarından bir an bile çıkmıyor.
Romanda
özellikle iki karakter dönemin ABD’sinde toplumsal çöküntünün yarattığı
kişilikleri sembolize etmesi açısından göze çarpıyor. Biri ailenin ortanca oğlu
Tom Joad, diğeriyse eski bir rahip olan Jim Casy. Tom Joad karıştığı bir kavgada birini öldürmüş ve bundan
dolayı dört yıl boyunca Mac Alester hapishanesinde yatmış sonrasında şartlı
tahliye edilmiştir. Ailesinin yanına dönmek için yola çıktığında çocukluğundan
beri tanıdığı kendisinden yaşça büyük Jim Casy ile karşılaşmış ve ailesinin
uzun bir zorunlu yolculuğa hazırlandığını öğrenmiştir. Eski bir rahip olan Jim
Casy aileyle birlikte göç edecek ve o sırada büyük değişimler yaşayacaktır.
Zamanla işçilerin haklarını savunan, mücadeleye önderlik eden kişilerden biri
haline gelecektir. Konuşmayı sevmesi ve olayları çabuk kavrayıp hareket
etmesiyle Jim Casy göçmen işçiler arasında sevilecek ve öldürülmeyi göze alarak
düşük ücretlere karşı yapılan bir greve öncülük dahi edecektir.
Milyonlarca
insanın göçe mahkum edilme sürecini ve çaresizleştirilmelerini özetleyen kısım
kitapta etkileyici kısımlardan biri.Kitabın bu kısmı ortakçılar denilen kiracı
çiftçiler ve bankanın paralı adamları arasında geçmekte.Öncelikle ortakçılık
nedir bunu biraz açalım.Ortakçılık, bankaya borçlanmış ve borçlarının
karşılığında elde ettikleri ürünlerden kendilerine hayatlarını geçirebilecekleri
kadar pay alıp kalanını bankaya ya da mal sahiplerine veren çiftçiler için
kullanılıyor. Büyük Buhran’ın piyasaların daralmasına ve fiyatların çökmesine
neden olmasından dolayı çiftçiler bu tarz durumlarla karşılaşıyorlardı ve daha
önce özgürce ektikleri topraklarda kiracı durumuna geliyorlardı. Sadece Joad
Ailesi değil ABD’deki milyonlarca aile benzer problemlerden dolayı ekonomik
krizin koşulları altında ezilecektir. Birazdan kitaptan alıntıyla
görebileceğimiz bu kısımda bankanın adamları ortakçılarla görüşmelerinde
yapılan zorlamaların failini belirsiz hale getiriyorlar.Ortakçılar
evlerini yıkanların, onları
topraklarından koparanların, onları açlığa ve sefalete mahkum edenlerin kim
olduğunu anlayamıyor ve dolayısıyla bu kafa karışıklığıyla seslerini de
yükseltemiyorlar.
Kitapta
o anlar şu şekilde anlatılıyor.
“…Mal
sahipleri, ya da çoğu zaman olduğu gibi, mal sahiplerinin sözcüleri, toprağa
geldiler. Kapalı otomobillerle geldiler, parmaklarıyla toprağın kuruluğuna
baktılar, çoğu kez olduğu gibi, toprak muayenesi için yere büyük burgular
soktular.
…
Bankanın,
o koskoca devin her zaman karı olmalıdır. O bekleyemez. Ölür... Olmaz, vergiler
işler. Dev büyüyemezse, ölür. Aynı büyüklükte kalamaz.
Sonunda,
mal sahipleri sözü istedikleri yere getirmişlerdir: Ortakçılıkta artık iş
kalmadı. Traktörde oturan bir adam on, on dört ailenin işini yapabilir. Ver ona
gündeliğini, al bütün ürünü. Biz bunu yapmak zorundayız. Bunu yapmak
istemiyoruz. Ama dev hasta. Devin başına neler geldi, bir bilseniz.
Ortakçılar
şaşkın şaşkın başlarını kaldırıp bakıyorlar: Ama biz ne yapacağız? Ne yiyip ne
içeceğiz?
Siz
yerlerinizden çıkıp gideceksiniz. Bahçelerinizden traktörler geçecek.
Ama
burası bizimdir! diye ortakçılar bağırıyorlar. Biz...
Hayır.
Burası sizin değildir. Bankanındır, devindir. Siz buradan gideceksiniz!..
Biz
de silahlarımıza sarılırız, O zaman ne yaparsınız?
O
zaman... Önce muhtar, sonra da askerler gelir. Eğer gitmemekte dayatırsanız
malı çalmış sayılırsınız, eğer gitmemek için öldürmeye kalkarsanız katil
olursunuz. Dev, insan değildir, ama insanlara istediğini yaptırır.”
Nasıl
mücadele edecekleri konusunda tecrübeleri olmayan çiftçiler devasa yasalar
altında ezilmekte ve karşılarında kendilerinden katbekat büyük, karşı
koyamayacakları bir güç olduğu fikrine inandırılmaktaydı. İşçiler
karşılaştıkları durum karşısında örgütlü bir tepki vermekten uzaktırlar fakat
kitapta görüleceği üzere ilerleyen zamanlarda diğer işçilerle kaynaşacaklar;
örgütlülük fikrine, mücadele fikrine yakınlık duyacaklar ve yaşadıkları
olaylardan sonra sınıf bilincini yavaş yavaş hissedeceklerdir. Tam da bu
noktada yaşamın çelişkilerinin doğal olarak insanların fikirlerini
etkilediğini, krizlerin ve benzeri kırılma anlarının öznelerin harekete
geçmesinde ve sivrileşmesinde tetikleyici rol oynadığını görmekteyiz.
Az
öncede kısaca bahsettiğimiz gibi özellikle bulundukları yerde doğup yaşlanmış
kişilerin topraklarından ayrılması onlar açısından kabullenmesi zor bir
durumdu. Bankalarsa bunu önceden tahmin etmiş ve türlü çakallıklara başvurmuştur.
Oklahoma’da topraklarından koparılan insanlara Kaliforniya’da çok fazla iş
imkanı olduğu, her yerde portakal ağaçları ve üzüm bağları olduğu bankalar
tarafından söyleniyordu. Basılan sahte iş ilanlarıyla insanlar göçe teşvik
edilmekteydi. Joad Ailesi de çaresiz bir şekilde buna inanmayı seçmiş ve
çeşitli zorluklarla Kaliforniya’ya varmışlardı. Fakat oraya gittiklerinde
beklemedikleri bir tabloyla karşılaştılar. Onlar gibi Kaliforniya’ya
sürüklenmiş üç milyon insan vardı. İş bulmak imkansıza yakındı üstelik iş
bulunsa bile ücretler oldukça düşüktü. Burada krizle ilgili kısa bir parantez
açmak yerinde olacak.1929 Dünya Ekonomik Krizi devam eden yıllarda milyonlarca
insanı evsizliğe ve sefalete mahkum etmişti. Büyük Buhranın sadece Amerikayı
vurmadığından dünya genelinde işsizliğin 40 milyonu aşmasına neden olduğundan
bahsettik. Bunun nedenlerinden biri de merkezileşmiş ve yoğunlaşmış sermayenin
domino etkisi yaratmasıydı. Bir şey üretmeyen sadece diğer şirketlerin hisse
senetlerini alıp satan şirketler ortaya çıkmıştı.Krizin diğer ülkelerde de
benzer yansımaları olmaktaydı.Büyük miktarlarda düşen ücretler insanların
hayatlarını geçindirmesine yetmemekteydi.Kitapta da üzerinde durulan işsizlik
ve ücretlerin düşmesi arasındaki bağlantıyı şöyle anlatabiliriz.
Patronlar
işçilerin ölmemek için para kazanmaları zorunluluğundan faydalanıp gün geçtikçe
ücretleri düşürmekteydi. Düşük ücret yüzünden işi beğenmeyen bir işçi olursa
patron kolaylıkla yerine başka bir işçi bulabiliyordu. Yahut ağır çalışma
koşullarından dolayı bir işçi şikayet etmeye başlarsa her an tutuklanma
tehlikesi vardı. Zenginler işçilerde oluşabilecek birliktelikten korkuyorlardı.
Tüm ülkelerde işçi sınıfının mücadele örnekleri , sonrasında yenilgiyle
sonuçlanacak dahi olsa dönemin egemen sınıfları açısından kabus niteliği
taşımaktadır.Sermaye grupları sadece ABD’de değil tüm dünyada sınıf
mücadelesinin dinamizminden ve bu mücadelenin ilham olma potansiyelinden
korkmaktadır.Üretimden gelen gücün,zenginliği yaratan emekçi sınıfların “üreten
biziz yöneten biz olacağız” şiarı sınıf mücadelelerinden oluşan tarihin her
anında egemen güçlerin kulaklarında çınlamakta onları uykusuz bırakmaktadır.
1929
Dünya Ekonomik Krizi’nin ABD’de olduğu kadar diğer sanayi ülkelerinde de siyasi
ve ekonomik etkileri oldu. 1930’lar diğer ülkelerde farklı yönelimleri ortaya
çıkarmıştı. Almanya’da radikal değişimler olmuş Naziler iktidara gelmişti.
İspanya’da iç savaş çıkmış, devrimci işçiler Franco’ya karşı silahlı mücadeleye
girişmişlerdi. Fransa’da ise işçi ayaklanmaları etkili oluyordu. Büyük sanayi
devletleri ayakta kalmaya çalışırken Sovyetler Birliği ise dünya sanayi
üretimindeki payını işçilerin omuzlarına bindirdiği yüklerle gittikçe
arttırıyordu. Yükselişe geçen bürokrasi işçi demokrasisini ezmekteydi. Her türlü
muhalif tavır baskı altına alınıyor milyonlarca insan devlet terörünün kurbanı
haline geliyordu. Büyük Buhran sonrası dünyadaki atmosfer bu şekildeydi.
Kurtuluş
Arayışı
Joad
Ailesi’nin de bir süre yaptığı gibi diğer işçiler de çeşitli bölgelerde kendi çabalarıyla
kurdukları Hoorville adlı kamp alanlarında kalmaktaydı. Fakat o kamp alanları
da sık sık devlet tarafından gönderilenlerce, kitapta muhtarlar diye geçiyor,
çeşitli uydurma nedenlerle dağıtılıyor, yakıp yıkılıyordu. Muhtarlar, esasen
düzenin kendisi, işçilerin birlikte vakit geçirecekleri herhangi bir yer
olmasını istemiyor, işçileri olabildiğince kendi aileleri içerisinde
merkezileşmiş, birbirinden habersiz ve birbirini umursamayan bir hale sokmak
istiyordu.Yine de ağır sömürü koşulları insanları ortak paydalarda buluşmaya
itiyor ve birlikte dayanışma içinde yaşayabilecekleri kamp alanlarının
kurulmasına neden oluyordu.
Steinbeck
bankaların kurnazlıklarını ve işçilerin iş bulma umuduyla verdikleri çabayı
oldukça iyi anlatmakta. Büyük Buhran Dönemi’nde çekilen fotoğraflarda da
görebildiğimiz bir şey de reklam panoları ve yalanlarla dolu olmaları.Patronlar
kasıtlı olarak gereğinden fazla iş ilanı verip işe olan talebi arttırıyor ve
dolayısıyla ücretlerde düşüşün zeminini hazırlıyorlardı. Bunu da bazen reklam
panolarıyla bazense binlerce dağıttıkları bildirilerle yapıyorlar. İşçilerin
arasından patronların bu oyunlarını anlayıp ses çıkaranlar, diğer işçilere
bunları anlatmaya çalışanlar oluyor polisse onları kızıllar olarak mimliyordu.
Jim Casy de kızıllardan etkilenenler arasındaydı ve Hoorville’de karıştığı bir
olay yüzünden hapishaneye girmiş ve uzun süre sonra Tom Joad’la görüşememişti.
Hapishane Jim Casy’yi radikalleştirmiş, diğer işçileri fırsatçı patronlara
karşı bilinçlendirme hevesi içine itmişti. Burada görmekteyiz ki zor koşullarda
doğru söylemlerle verilen mücadelelerin kitleselleşmesi ve etkili olması
mümkün. Jim Casy ile Tom Joad uzun bir süreden sonra ilk defa çiftlikteki bir
olayda karşılaşacaklar. Tom Joad çalışmak için gittikleri çiftliğin dışında bir
çadır ve bir sürü polis görür. Sonrasında gizlice çiftlikten çıkar ve çadıra
gider, çadır sürekli düşen ücretlere karşı açılan grev çadırıdır. Uzun bir süre
sonra Jim Casy’le yeniden orada karşılaşmışlardır. Jim Casy hapishanede
yaşadıkları üzerine konuşmaya başlar. Hapishane hakkındaki konuşmalarının bir
bölümü şöyle geçer:
“—
Oradakiler iyi insanlardı. Anladın mı? İhtiyaç onları kötü insan yapmıştı ve o
zaman
anlamaya başladım: Bütün bu gürültülerin nedeni, ihtiyaç... Ben bir türlü bunu
bulamamıştım. Evet, bir gün bize ekşimiş fasulye vermişlerdi. İçimizden birisi
bağırmaya başladı, tabii bir şey olmadı. Ama avaz avaz bağırmakta devam etti.
Mutemet gelip içeri baktı, gitti. Sonra başka biri bağırmaya başladı. Ondan
sonra hepimiz bağırıp çağırmaya başladık. Hepimiz de aynı şekilde bağırıyorduk.
Yani, mahpushane sanki temellerinden sarsılıyor, birbirine geçiyordu. Vay
canına! Sonra ne oldu biliyor musun? Koşa koşa geldiler, bize başka yemek
verdiler... Sonunda verdiler. Anlıyor musun?
Tom:
—
Hayır, anlamıyorum, dedi.”
Tom
burada “Hayır, anlamıyorum” dese de içinde kıvılcımlar çarpışmaya
başlamıştı.Kitap boyunca Tom Joad’un fikirleri de süreç içinde değişmişti, Jim
Casy’nin fikirleri kadar keskinleşmese de Jim Casy kadar aktif mücadele etmese
de kendi ailesinin tokluğunun başka ailelerin açlığına bağlı olduğu bir
sistemin yanlış olduğunu fark ediyor, ücret düşüşlerinin gerçek nedenlerini
anlıyor, Büyük Buhran’ın işçilerin omuzlarına bindirdiği yükleri
görüyordu.Yazının buraya kadarki kısmında Büyük Buhran’ın oluşum sürecinden ve
sonrasından, krizin sanatçılar üzerine etkilerinden, kitaptan alıntılarla
kitaptaki iki karakterin değişiminden bahsettik. Elbette kitapta değinemediğim
birçok kısım var, hepsini tek bir yazıya sığdırmak her duyguyu anlatabilmek
mümkün değil. Fakat kısaca kitabın diğer kısımlarından bir bölüme
değinebiliriz. Kitaptaki Anne Joad karakteri güçlü duruşu ve fedakarlığı
açısından üzerinde durulabilecek karakterlerden biri. Özellikle kitabın son
sayfalarında gerçekleşen olaya Gazap Üzümleri’ndeki en dokunaklı anlardan biri
diyebiliriz. Göç boyunca birçok fedakarlıkta bulunmuş olan aile bu kısımda da
hiç tanımadıkları birinin hayata tutunmasını sağlıyor. Ailenin kızı Rose of Sharon göç yoluna
çıkmadan önce hamiledir. Kitabın sonlarına doğru aile eski vagonların olduğu
bir yere sığınmıştır.Vagonların olduğu yer yağmur yağdığında su biriken ve bu
nedenle yaşamalarını oldukça güçleştiren bir yerdir. Rose of Sharon orada
bebeğini doğurur fakat bebek ölü doğmuştur.Rose of Sharon’ın ve annenin ısrarı
üzerine aile kaldıkları yerden ayrılırlar. Yağmur bastırdığında yakındaki bir
samanlığa sığınırlar. Orada bir çocuk ve babasıyla karşılaşırlar. Adam pamuk
toplarken hastalanmış ve yiyecek bulamadıkları için açlıktan ölecek noktaya
gelmiştir. Adam sahip oldukları yiyecekleri aç olmasına rağmen yememiş çocuğuna
yedirmiştir. Çocuk Anne Joad’un yanına gelir ve yaşadıklarını anlatır.
“
—
Anlamıyorum. Ya, "Benim karnım tok."ya da, "Şimdi yedim."
diyor. Dün gece dışarı çıktım, bir pencereyi kırdım, içeri girerek ekmek
çaldım. Ekmeği çiğneyip yutturdum. Ama, sonra hepsini çıkardı, daha halsiz
kaldı. Ona ya çorba, ya süt lazım. Süt alacak paranız var mı?”
Anne
Joad çocuğa susmasını söylemiştir. Herkesi samanlığın dışına çıkarır. Rose of
Sharon ölmek üzere olan adamın yanına gider ve kendi sütünden verir. Açlık
koşullarından dolayı kendi bebeğine yeteri kadar besin veremeyen Rose of Sharon
başka birinin hayata tutunmasını sağlar. Kitap şu cümlelerle biter.
“Rose
of Sharon başını kaldırdı, samanlığın karanlığına doğru baktı. Dudakları
kenetlendi ve esrarlı
bir
şekilde gülümsedi.”
Kitap
bu olayla bitmekte. Bahsettiğim üzere kitapta işsizlik, açlık, ölümler,
fedakarlıklar oldukça çarpıcı bir şekilde işleniyor.Steinbeck Büyük Buhran
dönemindeki acıları anlatırken kendi deneyimlerini de kitaba aktarıyor ve
kitabın sonunda umuda kapı aralamayı ihmal etmiyor.
Büyük
Buhran dönemin ABD’sine ve diğer ülkelere bu şekilde etki etmekteydi. 1929
örneğindeki gibi kapitalizmin kendi krizlerini bir şekilde atlatmakta ve krizlerin
faturasını emekçi kesimlere kesmekte oldukça yetenekli olduğunu
görmekteyiz.Fakat mühim olan bu kriz anlarında kitlesel mücadeleler örebilmek
ve krizleri sermayenin kuyusunu kazmak için derinleştirmektir.Unutmamak gerekir
ki geçmişte gökyüzüne haykırılan gerçekler yıllar sonrasına umut ve ilham
olabilmekte, verilen mücadeleler yaşanılabilir bir dünyayı işaret etmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder