X-MEN (ALİ BARAN GÖKÇER)




Ali Baran Gökçer
X-Men bilenler bilir, 1963 yılında Stan Lee ve Jack Kirby tarafından yazılmaya başlanmıştır.  Marvel tarafından yayımlanan bu çizgi roman mutantları, onların insanlarla olan ilişkisini ve kendi aralarındaki etkileşimi konu edinmektedir. X-Men zaman içinde pek çok yeni yazarla birçok farklı konsept ile yayımlanmaya devam etmiştir. Ayrıca  X-Men: The Animated Series olarak 1992-1997 yılları arasında çizgi dizi olarak çekilmiş ve X-Men, X-Men 2, X-Men: Son Direniş, X-Men Başlangıç: Wolverine, X-Men: First Class, Wolverine, X-Men: Geçmiş Günler Gelecek, X-Men Apocalypse ve Logan adıyla hakkında 9 film çekilmiştir. Görünen o ki X-Men'i daha beyaz perdede görmeye devam edeceğiz. Hakkında birçok çizgi roman yazıldığı ve televizyona da çok fazla uyarlaması yapıldığından ötürü her birini tek tek incelemek mümkün değil. Bu sebeple yazıda X-Men’in arka planındaki fikri en iyi anlattığını düşündüğüm klasik Marvel yapımlarından farkını ortaya koyan X-Men#1 (1991) serisine dayanarak çekilmiş X-Men Animasyon serisini anlatacağım. Bu serinin beyaz perdede en fazla kullanılan seri olduğunu da söyleyebiliriz. Peki X-Men'i Marvel'dan ayrıştıran şeyler neler?
Marvel Dünyasında Tanımlanması Zor Bir 'X'
Yukarıda da yazıldığı gibi çizgi romanın yaratıcıları Stan Lee ve Jack Kirby şu an Marvel'da  Captain America, Iron Man, Thor gibi görmeye alıştığımız bir çok karakterin yaratıcıları. Bu çizgi romanlarda ön plana çıkan şey açık bir Amerikan propagandasından başka bir şey değil. Iron Man'in silah satarak zenginleşmesi sonrasında  “bu yanlıştı silah satmayı bırakıyorum ama herkesin iyiliği için o silahlar bende kalmalı” demesi bunun bir örneği. Ayrıca bu romanlarda özel yetenekleri ile dünyayı kurtaranlar neredeyse hep erkek kahramanlar olarak karşımıza çıkıyor ve dünyayı kurtararak büyük bir sevgi seline ve şöhrete ulaşıyorlar. İçeriğin işlenişine bakacak olursak da daha çok yüzeysel, tamamen süper güçlerin karşılıklı çarpışmasına dayalı bir anlatım göreceğiz. İşte X-Men tam da bu açılardan Marvel dünyasından ayrışıyor.
Tabii ki X-Men'de de süper güçlerin çarpışmasına sıkça rastlayabiliriz ancak X-Men daha çok insanı, insanların korkularını, davranışlarını ve ön yargılarını merkeze alıyor. X-Men'deki karakterler özel güçleri olduğu için prim yapan ve herkes tarafından sevilen karakterler değil tam aksine farklılıklarından ötürü ötekileştirilen hatta ezilen karakterler. Bu açıdan bile başlı başına insana yöneliyor ve yazının ileriki kısımlarında değineceğim gibi kimlik sorununu merkezine alıyor diyebiliriz. Aynı yayınevi tarafından basılan ve ortak yaratıcılardan gelen X-Men nasıl oluyor da diğerlerinden bu kadar ayrışıyor? Hikâyenin temelleri atılırken aslında bu ayrışmanın da temelleri belki de bilinçsiz olarak atılmış durumda. Lee, X-Men'in diğerlerinden farklı olarak güçlerinin serum veya gama ışınıyla elde edilmesini değil doğuştan gelmesini tercih ediyor. Böylece belki de kimlik sorununun ele alınabilmesi doğuştan gelme kavramı ile mümkün oluyor. Ayrıca Lee'nin X-Men'inde de halk tarafından dışlanmaları,  özel yeteneklerin kendilerine acı veren taraflarını görmek mümkün. Ancak Lee, romanına ilk olarak 'The Mutants' ismini düşünüyor ve X-Men'i de Fantastic Four (aile) ve  Avangers'da (klüp)   olduğu gibi aynı okul etrafında birleşen bir süper kahraman takımı olarak kurgulayarak hala Marvel Dünyası ile aynı düzlemde hareket ettiğini de gösteriyor.  Serinin şu anki haline gelmesi Chris Claremont'un eseri olacaktır. Kimliklerinden ötürü dışlanan ve ezilen mutantlar Chris Claremont gelinceye kadar son derece yüzeysel anlatılacak, hikayenin fikrini oturtan, derinleştiren  ve geliştiren de yine o olacaktır. Ayrıca ilk X-Men'de altı X-Men'den beşi erkekken Claremont'un X-Men'inde sayının beşe dört erkek-kadın şeklinde ayrışması ayrıca en kuvvetli karekterin (Jean Grey) bir kadın olması erkek egemenliğinin de kırılmaya başladığının bir göstergesidir. Sonuç olarak X-Men'i Marvel dünyasından ayıran temel farklılığın Stan Lee ve Jack Kirby'nin yazmayı bırakmasının ardından onların yerini Chris Claremont’un alması olduğu söylenebilir. Diğer yandan okuyucuların tepkileri de bu savı doğrular nitelikte. 1970'lere gelindiğinde serinin okuyucu sayısı aşırı derecede düşmüştü. Ancak 1991 yılında Chris Claremont’un yazdığı ve Jim Lee’nin çizdiği X-Men #1 tam 8.1 milyon adet satılarak tüm zamanların en çok satılan çizgi romanı olarak Guinness Rekorlar Kitabı’na girmeyi başardı.
X-Men'in İdeolojik Arka Planı
Homo Sapiens evrim geçirerek Homo Superiors'u yani mutant türünü oluşturmuştur. Çizgi romanda bu tür, insanlığın geçirdiği bir sonraki evrim aşaması olarak tariflenir. İnsanlar algılamakta zorlandıkları bu türe karşı önyargılara sahiptir. Onlardan korkmakta, dönem dönem nefret etmekte, onları kendilerine karşı bir tehdit olarak görmekte sonuç olarak onları ötekileştirmekte ve baskı uygulayarak ezmektedir. Mutantlar artık insan içinde yaşayamaz olmuş bu nedenle de kendi küçük alanlarında veya kurtarılmış bölgelerinde yaşamaktadırlar. Örneğin Morlocklar kanalizasyonda, X-Men okulun içinde yaşar. X-Men'in arka planını tam olarak kavrayabilmek için kendisine temel aldığı tarihsel sürecin okunmasına ihtiyacımız var. X-Men'e ilham olan dönem İkinci Dünya Savaşı ve savaş sonrası iklimdir. Savaşın getirdiği yıkım ile dehşet ve tüm dünyada ırkçlığın, homofobinin, mezhepçiliğin etkisinin çok yüksek olması kimlik sorununu daha yakıcı bir hale getirmiş ve gitgide post-modern akımın yükselişiyle  birlikte kimlik siyaseti ön plana çıkmıştır. Mutantlar aslında ezilen bütün kimlikleri  yansıtmaktadır. Onlar aslında toplumdaki siyahlar, LGBTİ bireyler, göçmenler veya toplumda herhangi bir etnik veya kültürel ezilmeye uğrayan asimile edilmek istenen kişilerdir. Serinin isminin mutantlar olarak düşünüldüğünü söylemiştik. Stan Lee bir röportajında bu ismi basımcısı Martin Goodman'ın okuyuculara mutantların bir anlam ifade etmeyeceği için beğenmediğini ve yerine ''X-tra'' adını önerdiğini söylüyor. Lee bu olay üzerine X-Men ismini buluyor ve ismin kaynağını Profesör-X olduğunu söylüyor. Sadece bu tercihle mi  X-Men ismi konuldu bilmek pek mümkün değil ama 'x' harfinin aynı zamanda matematikteki bilinmeyen değişkeni temsil etmesi de çizgi romanın adını çok iyi bir tercih haline getiriyor. İlaveten mutantlar sadece tek bir ezilen kimliği değil bütün ezilen kimlikleri kapsadığı vurgulamak için bir çok farklı etnik gruptan seçilmiştir: Wolverine Kanadalı, Colossus Rus, Storm Afrikalı, Gambit Fransız... Doğuştan gelme yeteneklerin olması vurgusu burada hayati bir yer alıyor çünkü kimliğin senin iraden dışı olarak gelişen, doğuştan gelen özelliklerine ve içine doğduğun çevreye göre şekillenen bir olgudur. Hiç kimse tek gecede kimliğini değiştiremez. Bu noktada daha hikayenin başında geçen Jubilee'nin ''Böyle olmayı ben seçmedim ki'' sözleri ön plana çıkmakta ve hikayenin mottolarından birisi olmaktadır. Hikayeye asıl yön veren Chris Claremont'ın X-Men tanımına da bakacak olursak eserin temel amacını ifade ettiğini görebiliriz. ''X-Menler'in, toplu olarak insanlar tarafından nefret edilip, korkuyla yaklaşılıp küçümsenmesinin nedeni mutant olmaları dışında bir nedenden kaynaklanmıyor. Yani, şu an sahip olduğumuz şey, ister kasıtlı ister değil, ırkçılık bağnazlık ve önyargı ile ilgili bir kitap.''* Hikayede bağnaz ve ırkçı saldırıları düzenleyen ve toplumdaki kutuplaşmayı körüklemeye çalışan Friends of Humanity(FOH) ise faşist yapılanmaları betimlemesi anlamında önemli bir noktada duruyor.
X-Men'de Faşist Çeteler
X-Men'deki Faşist çeteleri ele alırken faşizmin niteliğinin ve kimlik siyasetinin ortaya çıkmasındaki etkilerinin tarihsel süreç ile ele alınması gerekiyor. 1917 Ekim Devrimi'ni gerçekleştiren işçi sınıfı sadece sömürülenlerin kendi iktidarını alması değil aynı zamanda ezilen bütün kimliklerin (Çarlık altında yaşayan azınlıklar,kadınlar gibi) tarihte gördüğümüz en geniş hakları ve özgürlükleri kazanmasını sağladı. Yeni kurulmuş işçi devleti bütün dünyaya sosyalist önlemlerle birlikte yeni insan ve dolayısıyla ortaya çıkan yeni toplum düzeni anlamında umut olmuştu. Böylece dünyada devrimler çağı açılmış oldu. Ancak SSCB'nin içinden çıkan bürokratik kanadın gerçekleştirdiği karşı devrim Ekim'in kazanımlarını bir bir yok etti. Üstüne üstlük Stalin'in başını çektiği bürokratik kanat, dünya devrimi şiarıyla ortaya çıkmış III.Enternasyonal'in kontrolünü ele geçirerek dünyadaki bir çok devrimin kaybedilmesine sebep oldu. Bu ülkelerin başında kuşkusuz faşizmin iktidarı aldığı ülkeler olan İtalya, İspanya ve tabii ki Almanya geliyor. Artık komünist hareket başarısız olduğu kadar faşizm güçleniyordu. İktidarı alan faşist partiler de hiç vakit kaybetmeden muhalif bütün unsurları katletti. Katledilenler sadece sosyalistler değil aynı zamanda Çingeneler, Yahudiler, eş cinseller gibi kimliklerdi. Bu kimlikler hastalık ilan edilmişti ve yok edilmesi gerekiyordu. Tabii ki bu dönemde homofobi veya antisemitizm sadece faşist iktidarların benimsediği bir siyaset değildi. Bu siyaseti Amerika'dan SSCB'ye kadar birçok ülkede görmek mümkün. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra postmodern kimlik siyasetinin ortaya çıkışını bu tarihsel süreç oluşturacaktır. Bu bağlamda X-Men'de faşist çeteler ile karşılaşmak şaşırtıcı değil. Graydon Creed'in liderliğini yaptığı grup FOH tam anlamıyla faşist hareketin çıkış noktası olan silahlı  kontrgerilla çetelerden meydana gelmektedir. Bu yapılanma sadece farklı görüntülerinden ötürü veya onlardan değil diye sokaklarda mutantlara silahlı saldırılar düzenlemekte, mutantların yaşadığı alanları işaretleyerek o alanlara baskınlar düzenlemektedir. FOH'un devletin çoğu organı tarafından desteklenmesi ise devlet ile faşist partiler arasındaki doğrudan ilişkiyi gözler önüne sermektedir.  Ayrıca bu dönemde başta faşist rejimler olmak üzere birçok ülkede yapılan insan deneyleri Wolverine'i süper askere dönüştürmek için yapılan deney ile gösterilmiştir. FOH'un eylemleri ile insanlar ve mutantlar arasındaki ayrışmayı körüklemesi ve mutantlara barışçıl bir  yaşam şansı vermemesi ise mutanlar arasında farklı mücadele eğilimlerini doğuracaktır.
İki Farklı Mücadele Stratejisi Magneto ve Charles Xavier
İki eski dost olan Erik Magnus Lehnsherr(Mageneto) ve Charles Xavier bir dönem beraber hareket etmiştir fakat insanlara bakış açılarındaki farklılıklardan ötürü yolları ayrılmıştır. Çizgi romanda bize ilk anlatılan şey, Magneto'nun Homo Superior'un evrimsel olarak insandan daha güçlü olduğunu söyleyerek soyun mutantlar üzerinden devam etmesi gerektiğini savunmasıdır. Magneto'yu böyle düşünmeye iten sebepler ise oldukça haklıdır. Devletin faşist çeteleri desteklemesi ve  mutantları yakalamak, kontrol altında tutmak hatta öldürmek için gözcü projesini yürütmesi Magneto'yu klasik bir kötü adam olmaktan uzaklaştırır. Kerr de Magneto'yu tanımlarken kendisini hiçbir zaman kötü biri olarak görmediğini söyler. Ancak insanlık karşıtı fikirler ile hareket etmeye başlayan manyetizma yeteneğine sahip olan Magneto,  onları kendi nükleer silahları ile vurmak gibi yöntemler ile yok etmeyi denemiştir. Sorunun barışçıl yöntemler ile çözülebileceğini düşünen Professor X'in kurduğu X-Men ise Magneto'nun saldırılarını birçok kere bertaraf etmiştir. Bu Magneto'yu yeni bir dünya yaratma fikriyle Antartika'daki Savage Adası'na insanlıktan uzakta bir yer oluşturma  çabasına yönlendirir. Sonra bu fikir tamamen mutantların yaşadığı Genoşe Adası hikayesiyle geliştirilecektir. Magneto Afro-Amerikan hareketinde önemli bir yeri olan İslam Ümmeti fikrindeki, tıpkı onun gibi çocukken ailesini kaybetmiş ve şiddet yanlısı Malcolm X'e benzetiliyor. Siyahi üstünlüğüne inanan İslam Ümmeti öğretileri doğrultusunda, siyah ile beyaz Amerikalıların ayrılması gerektiğini savunan Malcolm X'in kabul ettiği fikirlerin bazıları şu şekilde.
-İnsanların aslının siyahiler olduğu,
-Beyaz tenli insanların "şeytan" olduğu,
-Siyahilerin beyaz insanlardan üstün olduğu,
-Çok yakında beyaz ırkın yok olacağı
Professor X ise pasifist ve barışçıl yöntemlerinden ötürü Martin Luther King'e benzetilmektedir. Malcolm X ile Martin Luther King arasındaki ilişkiye de bakarsak bu iki figürden etkilenerek bu karakterlerin çizilmiş olma fikri oldukça muhtemel lakin X-Men'i bir bütün olarak ele aldığımızda bu iki karakterin de onları tam anlamıyla yansıtmaktan uzak olduğunu söyleyebiliriz. Magneto hikaye içinde giderek derinleştirilen ve yeni bir anlam kazanmış bir karakterdir. Hikayesine sonradan onun Musevi olduğu ve çocukken Auschwitz’te esir kalması kısmı eklenir. Böylece İkinci Dünya Savaşı ve faşizmin etkilerinin onu böyle bir yola yönlendirmesi daha açık bir şekilde ortaya çıkar. Ayrıca Magneto'nun kendilerinin üstün olduğu tezinden kopmasa da amacının insanlığı bitirmek olmadığı sadece yapılan saldırılara şiddet ile cevap vererek kendi türünün yaşam hakkını kazanmaya çalışması gibi anlatılar da mevcuttur. Magneto, insanların kaçınılmaz bir şekilde farklı olanlara karşı tepki gösterdiğine ve bunun mutantların kamplarda toplanmaya başlamasından kısa bir süre önce olduğuna inanıyor.(Nazi toplama kampı gibi). Professor X'in fikirlerini yansıttığı kişi ise oldukça farklı diyebiliriz. 1950-1953 yılları arasında Fransa Komünist Partisi'nde de yer almış post-modernizmin fikir babalarından olan Fransız teorisyen Michel Foucault (Fuko). Fuko Stalin'in politikalarından ötürü Fransız Komünist Partisi’nden uzaklaşmış ve çözümü genel geçer doğruların aksine hareket eden bireylerde ve düşünüşlerde bulmuştur. Fuko'nun bu yola savrulmasının temel sebebi Stalin iktidarının komünizm adı altında Hitler ile saldırmazlık anlaşması imzalaması, dünyanın birçok yerinde aldığı ihanetçi tutumlar ve SSCB'deki parti diktatoryası oldu. Stalinizmin sözünü ettiğimiz günahları bir noktadan sonra Marksizmle özdeşleştirilerek eşitlikçi toplum kurmanın bilimsel yöntemi olan ideoloji topyekün mahkum edildi.Bunun en büyük mottolarından biri ''büyük anlatılar insanlara büyük yıkımlar'' getirir cümlesiydi. Artık Marx'ın anlattığı gibi herkes için iyi olan ortak bir gelecek hedefi olamazdı. Her birey tamamen kendisinden sorumluydu ve başkası için bir söz söylerse onun üstünde baskı ve otorite kurmuş oluyordu. Hatta Fuko kendi çalışmalarının bile genel geçer daimi doğrular olmaması gerektiğine inanır ve çalışmalarının kullanıldıktan sonra atılmasını öğütler. Marksizm veya kapitalizmdeki büyük anlatının insanlığa zulümden başka bir şey getirmeyeceğini düşünen Fuko, yerellerdeki yaşama yöneliyordu. Yani ne kadar küçük o kadar iyi. Şimdi bunları Charles Xavier'ın görüşleri ile karşılaştıralım. X-Men bir okulda son derece sınırlı bir toplam içinde yaşıyor. Okulun içinde istediği gibi yaşayabiliyor ne var ki okuldan ayrıldığında her türlü baskı ile karşılaşması mümkün. Ayrıca mutantların sadece kendi okulunda kendiyle ve çevreyle barışık olabileceğini düşünen Xavier, X-Men'e mutantları çekmek için neredeyse hiçbir çaba sarf etmiyor. Üstüne üstük psijik yetenekleri ile herkesin zihnine girip fikirlerini değiştirme gücü olmasına rağmen. Xavier, Magneto ile bir diyaloğunda 'Ne yazık ki, Magneto, güçlü adamların planları insanlara genellikle sefalet ve ızdırap getirir' diyerek fikrini aleni bir biçimde sunmuş oluyor. Böyle baktığımızda bu yargıya nasıl vardığı görmek oldukça kolay. Bir örnek daha vermek gerekirse hikayede karşımıza mutantların geleceğini şekillendirecek bir olay geliyor. Yeni bir ilaç mutant hücreleri öldürüyor, böylelikle mutantlar 'normal' insanlara dönüşebiliyor. Mutantların çoğu ilacı alarak ezilmekten kurtulmak istiyor aslında asimilasyona uğramayı kabul etmiş oluyor. Mutasyonun bir hastalık olmadığını düşünen Xavier'e bu konuda bir şey yapmayacak mısınız sorusu geldiğinde cevabı oldukça manidar; “Ben hiçbir kişinin adına karar veremem, bu herkesin kendi tercihi olmalı”. Sonuç olarak X-Men'in ünlü profesörü aslında başka bir profesörün bir yansıması.
X-Men'de Anti-Sovyet Propagandası
Eserin yapımına ve fikirlerine baktığımızda bir anti-sovyet propagandasının olmaması kaçınılmaz. İlk başlarda çok küçük nüanslarla verildiğini söylememiz lazım. Örneğin Beast sadece mutant olduğu için hapishaneye atılır. Gorile benzeyen Beast iyi eğitim almış ve vaktinin çoğunu kitap okuyarak geçiren bir doktordur. Böylece dış görünüşe dair ön yargılar kırılmak istenmektedir. Hapishanede de sürekli okurken gördüğümüz Beast'in elindeki kitap Hayvan Çiftliğidir. Hayvan Çiftliği Soğuk Savaş'ın kaba ve ilkel anti-komünizm propaganda yöntemlerine kurban edilen bir romandır. Özellikle ABD'de, gençleri ''komünizm tehlikesine'' karşı uyarmak amacıyla liselerin okuma listelerine alınmıştır. Roman aslında Stalinizm ve kapitalizm eleştirisini bir arada ele alıyorken kapitalizm eleştirisi romanın içinden atılan bölüm ve karakterlerle yok sayılmaya çalışılmıştır. Sonuç olarak Beast'in elindeki kitabın Hayvan Çiftliği olması ABD'nin o dönemki stratejisi ile oldukça örtüşmektedir. Ancak asıl kara propaganda Omega Red karakteri ile yapılmaktadır. 1991'de SSCB yıkıldıktan sonra karşımıza çıkan bu karakter kendi deyimiyle 'Sovyet İmparatorluğunu' diriltmek istemektedir. Rus bir mutant olan Colossus SSCB'nin yeniden dirilmesi ihtimaline karşı X-Men'den şu sözlerle yardım istemektedir; '' Özgürlüğe yeni kavuşmuş anavatanımda korkunç şeyler oluyor. Omega Red adındaki bir şeytanın önderliğindeki ordular insanlarımı evinden ediyor”. ABD'nin, Doğu Blok'unda özgürlük yok ancak biz özgürlükler ülkesiyiz söylemi belki de Batı Blok'u için soğuk savaşın en temel argümanlarındandır. Ama propagandanın can alıcı noktasını Omega Red oluşturuyor. Omega Red çelikten vücudu olan ve halatları ile insanları kavrayıp onların enerjisini emen sovyetlerin silah amaçlı ürettikleri bir mutanttır. Burada açıkça SSCB'nin kontrolsüz bir şekilde silah üretimi eleştirilmektedir. Ancak daha derin olan eleştiri Omega Red'in güçleri ile ortaya konmakta. Çelik diktatörlüğe vurgu yaparken, halatları ile hem insanların kavrayıp bırakmaması hem de enerjisini çalması Doğu Blok'undaki ülkelerin doğrudan Rusya'ya bağımlı kalmasına ve Rusya'nın ekonomik açıdan bütün bu ülkeleri kullanmasına dikkat çekmektedir. Bu eleştirinin tarihsel bir haklılığı olmakla birlikte amaç aslında artık devlet kapitalizmine dönmüş SSCB ile komünizm fikrini bir tutarak anti-komünist propaganda yapmaktır.
Son Söz
Özetleyecek olursak dış görünüşünden veya her türlü farklılığından ötürü ezilen mutantlar fantastik bir anlatımla ezilen kimlikleri oldukça başarılı temsil etmektedir. Ancak bu ezilme ilişkisine karşı getirdiği çözüm yolları ise her zaman tartışılan bir mevzudur. Ana iki eğilim olan Magneto ve Professor X'in yaklaşımlarına dönecek olursak aslında iki başarısız tablo karşımıza çıkıyor. Magneto'nun bireysel terörizme varan tarzı insanlarla olan savaşı körüklemekte, karşı propaganda gruplarına materyal vermektedir. Kendi fikri için dahi çok az yol katedebilmiş ve zaman içinde onları da kaybetmiştir. Professor'ün politikası ise aslında mutantları birleştirmekten çok uzakta, yönetimden bir kişiyi ikna ettiğinde bile yerine yenisi gelmekte ve ufak kazanımlardan ileriye gidememektedir. Gerçek hayatta baktığımızda da kimlik siyasetinin sonuçları benzer olmaktadır. Evet, kendi kimliğini savunmak çok önemli ancak çizgin sadece bundan ibaret olduğunda karşı tarafın yaptığı kutuplaştırma siyasetinin dışına çıkamıyorsun ve giderek ezilen kimlikler bile birbirinden çok fazla ayrışabiliyor. Hatta bir kimlik diğerinin kurdu olabiliyor. X-Men dünyasında da birçok finalde dünyanın veya mutantların yok edilmesi bile yukarıda sözünü ettiğimiz ideolojik arka plandan kaynaklı doğal bir sonuç olarak karşılanıyor.
KAYNAKÇA
The psychology of superheroes Mikhail Lyubansky, Ph.D
X-Men Hakkında İlginç Bilgiler, https://kahramangiller.com/cizgi-roman/x-men-hakkinda-ilginc-bilgiler/2/

Yorumlar