Ali
Baran Gökçer
X-Men bilenler bilir, 1963 yılında
Stan Lee ve Jack Kirby tarafından yazılmaya başlanmıştır. Marvel tarafından yayımlanan bu çizgi roman mutantları, onların insanlarla olan ilişkisini
ve kendi aralarındaki etkileşimi konu edinmektedir. X-Men zaman içinde pek çok
yeni yazarla birçok farklı konsept ile yayımlanmaya devam etmiştir. Ayrıca X-Men: The Animated Series olarak 1992-1997 yılları
arasında çizgi dizi olarak çekilmiş ve X-Men, X-Men 2, X-Men: Son Direniş, X-Men
Başlangıç: Wolverine, X-Men: First Class, Wolverine, X-Men: Geçmiş Günler
Gelecek, X-Men Apocalypse ve Logan adıyla hakkında 9 film çekilmiştir. Görünen
o ki X-Men'i daha beyaz perdede görmeye devam edeceğiz. Hakkında birçok çizgi
roman yazıldığı ve televizyona da çok fazla uyarlaması yapıldığından ötürü her
birini tek tek incelemek mümkün değil. Bu sebeple yazıda X-Men’in arka planındaki
fikri en iyi anlattığını düşündüğüm klasik Marvel yapımlarından farkını ortaya
koyan X-Men#1 (1991) serisine dayanarak çekilmiş X-Men Animasyon serisini
anlatacağım. Bu serinin beyaz perdede en fazla kullanılan seri olduğunu da
söyleyebiliriz. Peki X-Men'i Marvel'dan ayrıştıran şeyler neler?
Marvel
Dünyasında Tanımlanması Zor Bir 'X'
Yukarıda
da yazıldığı gibi çizgi romanın yaratıcıları Stan Lee ve Jack Kirby şu an
Marvel'da Captain America, Iron Man,
Thor gibi görmeye alıştığımız bir çok karakterin yaratıcıları. Bu çizgi
romanlarda ön plana çıkan şey açık bir Amerikan propagandasından başka bir şey
değil. Iron Man'in silah satarak zenginleşmesi sonrasında “bu yanlıştı silah satmayı bırakıyorum ama
herkesin iyiliği için o silahlar bende kalmalı” demesi bunun bir örneği. Ayrıca
bu romanlarda özel yetenekleri ile dünyayı kurtaranlar neredeyse hep erkek
kahramanlar olarak karşımıza çıkıyor ve dünyayı kurtararak büyük bir sevgi
seline ve şöhrete ulaşıyorlar. İçeriğin işlenişine bakacak olursak da daha çok
yüzeysel, tamamen süper güçlerin karşılıklı çarpışmasına dayalı bir anlatım
göreceğiz. İşte X-Men tam da bu açılardan Marvel dünyasından ayrışıyor.
Tabii
ki X-Men'de de süper güçlerin çarpışmasına sıkça rastlayabiliriz ancak X-Men
daha çok insanı, insanların korkularını, davranışlarını ve ön yargılarını
merkeze alıyor. X-Men'deki karakterler özel güçleri olduğu için prim yapan ve
herkes tarafından sevilen karakterler değil tam aksine farklılıklarından
ötürü ötekileştirilen hatta ezilen karakterler. Bu açıdan bile başlı başına
insana yöneliyor ve yazının ileriki kısımlarında değineceğim gibi kimlik
sorununu merkezine alıyor diyebiliriz. Aynı yayınevi tarafından basılan ve
ortak yaratıcılardan gelen X-Men nasıl oluyor da diğerlerinden bu kadar ayrışıyor?
Hikâyenin temelleri atılırken aslında bu ayrışmanın da temelleri belki de
bilinçsiz olarak atılmış durumda. Lee, X-Men'in diğerlerinden farklı olarak
güçlerinin serum veya gama ışınıyla elde edilmesini değil doğuştan
gelmesini tercih ediyor. Böylece belki de kimlik sorununun ele alınabilmesi doğuştan
gelme kavramı ile mümkün oluyor. Ayrıca Lee'nin X-Men'inde de halk tarafından dışlanmaları, özel yeteneklerin kendilerine acı veren
taraflarını görmek mümkün. Ancak Lee, romanına ilk olarak 'The Mutants' ismini
düşünüyor ve X-Men'i de Fantastic Four (aile) ve Avangers'da (klüp) olduğu gibi aynı okul etrafında birleşen bir
süper kahraman takımı olarak kurgulayarak hala Marvel Dünyası ile aynı düzlemde
hareket ettiğini de gösteriyor. Serinin
şu anki haline gelmesi Chris Claremont'un eseri olacaktır. Kimliklerinden ötürü
dışlanan ve ezilen mutantlar Chris Claremont gelinceye kadar son derece
yüzeysel anlatılacak, hikayenin fikrini oturtan, derinleştiren ve geliştiren de yine o olacaktır. Ayrıca ilk
X-Men'de altı X-Men'den beşi erkekken Claremont'un X-Men'inde sayının beşe dört
erkek-kadın şeklinde ayrışması ayrıca en kuvvetli karekterin (Jean Grey) bir
kadın olması erkek egemenliğinin de kırılmaya başladığının bir göstergesidir.
Sonuç olarak X-Men'i Marvel dünyasından ayıran temel farklılığın Stan Lee ve
Jack Kirby'nin yazmayı bırakmasının ardından onların yerini Chris Claremont’un
alması olduğu söylenebilir. Diğer yandan okuyucuların tepkileri de bu savı doğrular
nitelikte. 1970'lere gelindiğinde serinin okuyucu sayısı aşırı derecede
düşmüştü. Ancak 1991 yılında Chris Claremont’un yazdığı ve Jim Lee’nin çizdiği
X-Men #1 tam 8.1 milyon adet satılarak tüm zamanların en çok satılan çizgi
romanı olarak Guinness Rekorlar Kitabı’na girmeyi başardı.
X-Men'in
İdeolojik Arka Planı
Homo
Sapiens evrim geçirerek Homo Superiors'u yani mutant türünü oluşturmuştur.
Çizgi romanda bu tür, insanlığın geçirdiği bir sonraki evrim aşaması olarak
tariflenir. İnsanlar algılamakta zorlandıkları bu türe karşı önyargılara
sahiptir. Onlardan korkmakta, dönem dönem nefret etmekte, onları kendilerine
karşı bir tehdit olarak görmekte sonuç olarak onları ötekileştirmekte ve baskı
uygulayarak ezmektedir. Mutantlar artık insan içinde yaşayamaz olmuş bu nedenle
de kendi küçük alanlarında veya kurtarılmış bölgelerinde yaşamaktadırlar. Örneğin
Morlocklar kanalizasyonda, X-Men okulun içinde yaşar. X-Men'in arka planını tam
olarak kavrayabilmek için kendisine temel aldığı tarihsel sürecin okunmasına
ihtiyacımız var. X-Men'e ilham olan dönem İkinci Dünya Savaşı ve savaş sonrası
iklimdir. Savaşın getirdiği yıkım ile dehşet ve tüm dünyada ırkçlığın,
homofobinin, mezhepçiliğin etkisinin çok yüksek olması kimlik sorununu daha yakıcı
bir hale getirmiş ve gitgide post-modern akımın yükselişiyle birlikte kimlik siyaseti ön plana çıkmıştır.
Mutantlar aslında ezilen bütün kimlikleri
yansıtmaktadır. Onlar aslında toplumdaki siyahlar, LGBTİ bireyler,
göçmenler veya toplumda herhangi bir etnik veya kültürel ezilmeye uğrayan
asimile edilmek istenen kişilerdir. Serinin isminin mutantlar olarak düşünüldüğünü
söylemiştik. Stan Lee bir röportajında bu ismi basımcısı Martin Goodman'ın
okuyuculara mutantların bir anlam ifade etmeyeceği için beğenmediğini ve yerine
''X-tra'' adını önerdiğini söylüyor. Lee bu olay üzerine X-Men ismini buluyor
ve ismin kaynağını Profesör-X olduğunu söylüyor. Sadece bu tercihle mi X-Men ismi konuldu bilmek pek mümkün değil
ama 'x' harfinin aynı zamanda matematikteki bilinmeyen değişkeni temsil etmesi
de çizgi romanın adını çok iyi bir tercih haline getiriyor. İlaveten mutantlar
sadece tek bir ezilen kimliği değil bütün ezilen kimlikleri kapsadığı
vurgulamak için bir çok farklı etnik gruptan seçilmiştir: Wolverine Kanadalı,
Colossus Rus, Storm Afrikalı, Gambit Fransız... Doğuştan gelme yeteneklerin
olması vurgusu burada hayati bir yer alıyor çünkü kimliğin senin iraden dışı
olarak gelişen, doğuştan gelen özelliklerine ve içine doğduğun çevreye göre
şekillenen bir olgudur. Hiç kimse tek gecede kimliğini değiştiremez. Bu noktada
daha hikayenin başında geçen Jubilee'nin ''Böyle olmayı ben seçmedim ki''
sözleri ön plana çıkmakta ve hikayenin mottolarından birisi olmaktadır.
Hikayeye asıl yön veren Chris Claremont'ın X-Men tanımına da bakacak olursak
eserin temel amacını ifade ettiğini görebiliriz. ''X-Menler'in, toplu olarak
insanlar tarafından nefret edilip, korkuyla yaklaşılıp küçümsenmesinin nedeni
mutant olmaları dışında bir nedenden kaynaklanmıyor. Yani, şu an sahip olduğumuz
şey, ister kasıtlı ister değil, ırkçılık bağnazlık ve önyargı ile ilgili bir
kitap.''* Hikayede bağnaz ve ırkçı saldırıları düzenleyen ve toplumdaki
kutuplaşmayı körüklemeye çalışan Friends of Humanity(FOH) ise faşist yapılanmaları
betimlemesi anlamında önemli bir noktada duruyor.
X-Men'de
Faşist Çeteler
X-Men'deki
Faşist çeteleri ele alırken faşizmin niteliğinin ve kimlik siyasetinin ortaya çıkmasındaki
etkilerinin tarihsel süreç ile ele alınması gerekiyor. 1917 Ekim Devrimi'ni
gerçekleştiren işçi sınıfı sadece sömürülenlerin kendi iktidarını alması değil
aynı zamanda ezilen bütün kimliklerin (Çarlık altında yaşayan azınlıklar,kadınlar
gibi) tarihte gördüğümüz en geniş hakları ve özgürlükleri kazanmasını sağladı.
Yeni kurulmuş işçi devleti bütün dünyaya sosyalist önlemlerle birlikte yeni
insan ve dolayısıyla ortaya çıkan yeni toplum düzeni anlamında umut olmuştu.
Böylece dünyada devrimler çağı açılmış oldu. Ancak SSCB'nin içinden çıkan
bürokratik kanadın gerçekleştirdiği karşı devrim Ekim'in kazanımlarını bir bir
yok etti. Üstüne üstlük Stalin'in başını çektiği bürokratik kanat, dünya
devrimi şiarıyla ortaya çıkmış III.Enternasyonal'in kontrolünü ele
geçirerek dünyadaki bir çok devrimin kaybedilmesine sebep oldu. Bu ülkelerin
başında kuşkusuz faşizmin iktidarı aldığı ülkeler olan İtalya, İspanya ve tabii
ki Almanya geliyor. Artık komünist hareket başarısız olduğu kadar faşizm
güçleniyordu. İktidarı alan faşist partiler de hiç vakit kaybetmeden muhalif bütün
unsurları katletti. Katledilenler sadece sosyalistler değil aynı zamanda
Çingeneler, Yahudiler, eş cinseller gibi kimliklerdi. Bu kimlikler hastalık
ilan edilmişti ve yok edilmesi gerekiyordu. Tabii ki bu dönemde homofobi veya
antisemitizm sadece faşist iktidarların benimsediği bir siyaset değildi. Bu
siyaseti Amerika'dan SSCB'ye kadar birçok ülkede görmek mümkün. İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra postmodern kimlik siyasetinin ortaya çıkışını bu tarihsel
süreç oluşturacaktır. Bu bağlamda X-Men'de faşist çeteler ile karşılaşmak şaşırtıcı
değil. Graydon Creed'in liderliğini yaptığı grup FOH tam anlamıyla faşist
hareketin çıkış noktası olan silahlı
kontrgerilla çetelerden meydana gelmektedir. Bu yapılanma sadece farklı
görüntülerinden ötürü veya onlardan değil diye sokaklarda mutantlara silahlı
saldırılar düzenlemekte, mutantların yaşadığı alanları işaretleyerek o alanlara
baskınlar düzenlemektedir. FOH'un devletin çoğu organı tarafından desteklenmesi
ise devlet ile faşist partiler arasındaki doğrudan ilişkiyi gözler önüne
sermektedir. Ayrıca bu dönemde başta
faşist rejimler olmak üzere birçok ülkede yapılan insan deneyleri Wolverine'i
süper askere dönüştürmek için yapılan deney ile gösterilmiştir. FOH'un
eylemleri ile insanlar ve mutantlar arasındaki ayrışmayı körüklemesi ve
mutantlara barışçıl bir yaşam şansı
vermemesi ise mutanlar arasında farklı mücadele eğilimlerini doğuracaktır.
İki
Farklı Mücadele Stratejisi Magneto ve Charles Xavier
İki
eski dost olan Erik Magnus Lehnsherr(Mageneto) ve Charles Xavier bir dönem
beraber hareket etmiştir fakat insanlara bakış açılarındaki farklılıklardan
ötürü yolları ayrılmıştır. Çizgi romanda bize ilk anlatılan şey, Magneto'nun
Homo Superior'un evrimsel olarak insandan daha güçlü olduğunu söyleyerek soyun
mutantlar üzerinden devam etmesi gerektiğini savunmasıdır. Magneto'yu böyle
düşünmeye iten sebepler ise oldukça haklıdır. Devletin faşist çeteleri
desteklemesi ve mutantları yakalamak,
kontrol altında tutmak hatta öldürmek için gözcü projesini yürütmesi Magneto'yu
klasik bir kötü adam olmaktan uzaklaştırır. Kerr de Magneto'yu tanımlarken
kendisini hiçbir zaman kötü biri olarak görmediğini söyler. Ancak insanlık karşıtı
fikirler ile hareket etmeye başlayan manyetizma yeteneğine sahip olan
Magneto, onları kendi nükleer silahları
ile vurmak gibi yöntemler ile yok etmeyi denemiştir. Sorunun barışçıl yöntemler
ile çözülebileceğini düşünen Professor X'in kurduğu X-Men ise Magneto'nun saldırılarını
birçok kere bertaraf etmiştir. Bu Magneto'yu yeni bir dünya yaratma fikriyle Antartika'daki
Savage Adası'na insanlıktan uzakta bir yer oluşturma çabasına yönlendirir. Sonra bu fikir tamamen
mutantların yaşadığı Genoşe Adası hikayesiyle geliştirilecektir. Magneto
Afro-Amerikan hareketinde önemli bir yeri olan İslam Ümmeti fikrindeki, tıpkı
onun gibi çocukken ailesini kaybetmiş ve şiddet yanlısı Malcolm X'e
benzetiliyor. Siyahi üstünlüğüne inanan İslam Ümmeti öğretileri doğrultusunda,
siyah ile beyaz Amerikalıların ayrılması gerektiğini savunan Malcolm X'in kabul
ettiği fikirlerin bazıları şu şekilde.
-İnsanların
aslının siyahiler olduğu,
-Beyaz
tenli insanların "şeytan" olduğu,
-Siyahilerin
beyaz insanlardan üstün olduğu,
-Çok
yakında beyaz ırkın yok olacağı
Professor
X ise pasifist ve barışçıl yöntemlerinden ötürü Martin Luther King'e
benzetilmektedir. Malcolm X ile Martin Luther King arasındaki ilişkiye de
bakarsak bu iki figürden etkilenerek bu karakterlerin çizilmiş olma fikri
oldukça muhtemel lakin X-Men'i bir bütün olarak ele aldığımızda bu iki
karakterin de onları tam anlamıyla yansıtmaktan uzak olduğunu söyleyebiliriz.
Magneto hikaye içinde giderek derinleştirilen ve yeni bir anlam kazanmış bir
karakterdir. Hikayesine sonradan onun Musevi olduğu ve çocukken Auschwitz’te
esir kalması kısmı eklenir. Böylece İkinci Dünya Savaşı ve faşizmin etkilerinin
onu böyle bir yola yönlendirmesi daha açık bir şekilde ortaya çıkar. Ayrıca
Magneto'nun kendilerinin üstün olduğu tezinden kopmasa da amacının insanlığı
bitirmek olmadığı sadece yapılan saldırılara şiddet ile cevap vererek kendi
türünün yaşam hakkını kazanmaya çalışması gibi anlatılar da mevcuttur. Magneto,
insanların kaçınılmaz bir şekilde farklı olanlara karşı tepki gösterdiğine ve
bunun mutantların kamplarda toplanmaya başlamasından kısa bir süre önce olduğuna
inanıyor.(Nazi toplama kampı gibi). Professor X'in fikirlerini yansıttığı kişi
ise oldukça farklı diyebiliriz. 1950-1953 yılları arasında Fransa Komünist
Partisi'nde de yer almış post-modernizmin fikir babalarından olan Fransız
teorisyen Michel Foucault (Fuko). Fuko Stalin'in politikalarından ötürü Fransız
Komünist Partisi’nden uzaklaşmış ve çözümü genel geçer doğruların aksine
hareket eden bireylerde ve düşünüşlerde bulmuştur. Fuko'nun bu yola savrulmasının
temel sebebi Stalin iktidarının komünizm adı altında Hitler ile saldırmazlık
anlaşması imzalaması, dünyanın birçok yerinde aldığı ihanetçi tutumlar ve
SSCB'deki parti diktatoryası oldu. Stalinizmin sözünü ettiğimiz günahları bir
noktadan sonra Marksizmle özdeşleştirilerek eşitlikçi toplum kurmanın bilimsel
yöntemi olan ideoloji topyekün mahkum edildi.Bunun en büyük mottolarından biri
''büyük anlatılar insanlara büyük yıkımlar'' getirir cümlesiydi. Artık
Marx'ın anlattığı gibi herkes için iyi olan ortak bir gelecek hedefi olamazdı.
Her birey tamamen kendisinden sorumluydu ve başkası için bir söz söylerse onun
üstünde baskı ve otorite kurmuş oluyordu. Hatta Fuko kendi çalışmalarının bile
genel geçer daimi doğrular olmaması gerektiğine inanır ve çalışmalarının kullanıldıktan
sonra atılmasını öğütler. Marksizm veya kapitalizmdeki büyük anlatının insanlığa
zulümden başka bir şey getirmeyeceğini düşünen Fuko, yerellerdeki yaşama
yöneliyordu. Yani ne kadar küçük o kadar iyi. Şimdi bunları Charles Xavier'ın
görüşleri ile karşılaştıralım. X-Men bir okulda son derece sınırlı bir toplam
içinde yaşıyor. Okulun içinde istediği gibi yaşayabiliyor ne var ki okuldan ayrıldığında
her türlü baskı ile karşılaşması mümkün. Ayrıca mutantların sadece kendi
okulunda kendiyle ve çevreyle barışık olabileceğini düşünen Xavier, X-Men'e
mutantları çekmek için neredeyse hiçbir çaba sarf etmiyor. Üstüne üstük psijik
yetenekleri ile herkesin zihnine girip fikirlerini değiştirme gücü olmasına rağmen.
Xavier, Magneto ile bir diyaloğunda 'Ne yazık ki, Magneto, güçlü adamların
planları insanlara genellikle sefalet ve ızdırap getirir' diyerek fikrini aleni
bir biçimde sunmuş oluyor. Böyle baktığımızda bu yargıya nasıl vardığı görmek
oldukça kolay. Bir örnek daha vermek gerekirse hikayede karşımıza mutantların
geleceğini şekillendirecek bir olay geliyor. Yeni bir ilaç mutant hücreleri
öldürüyor, böylelikle mutantlar 'normal' insanlara dönüşebiliyor. Mutantların
çoğu ilacı alarak ezilmekten kurtulmak istiyor aslında asimilasyona uğramayı
kabul etmiş oluyor. Mutasyonun bir hastalık olmadığını düşünen Xavier'e bu
konuda bir şey yapmayacak mısınız sorusu geldiğinde cevabı oldukça manidar;
“Ben hiçbir kişinin adına karar veremem, bu herkesin kendi tercihi olmalı”.
Sonuç olarak X-Men'in ünlü profesörü aslında başka bir profesörün bir yansıması.
X-Men'de
Anti-Sovyet Propagandası
Eserin
yapımına ve fikirlerine baktığımızda bir anti-sovyet propagandasının olmaması
kaçınılmaz. İlk başlarda çok küçük nüanslarla verildiğini söylememiz lazım.
Örneğin Beast sadece mutant olduğu için hapishaneye atılır. Gorile benzeyen
Beast iyi eğitim almış ve vaktinin çoğunu kitap okuyarak geçiren bir doktordur.
Böylece dış görünüşe dair ön yargılar kırılmak istenmektedir. Hapishanede de
sürekli okurken gördüğümüz Beast'in elindeki kitap Hayvan Çiftliğidir. Hayvan
Çiftliği Soğuk Savaş'ın kaba ve ilkel anti-komünizm propaganda yöntemlerine
kurban edilen bir romandır. Özellikle ABD'de, gençleri ''komünizm tehlikesine''
karşı uyarmak amacıyla liselerin okuma listelerine alınmıştır. Roman aslında
Stalinizm ve kapitalizm eleştirisini bir arada ele alıyorken kapitalizm
eleştirisi romanın içinden atılan bölüm ve karakterlerle yok sayılmaya çalışılmıştır.
Sonuç olarak Beast'in elindeki kitabın Hayvan Çiftliği olması ABD'nin o dönemki
stratejisi ile oldukça örtüşmektedir. Ancak asıl kara propaganda Omega Red karakteri
ile yapılmaktadır. 1991'de SSCB yıkıldıktan sonra karşımıza çıkan bu karakter
kendi deyimiyle 'Sovyet İmparatorluğunu' diriltmek istemektedir. Rus bir mutant
olan Colossus SSCB'nin yeniden dirilmesi ihtimaline karşı X-Men'den şu sözlerle
yardım istemektedir; '' Özgürlüğe yeni kavuşmuş anavatanımda korkunç şeyler
oluyor. Omega Red adındaki bir şeytanın önderliğindeki ordular insanlarımı
evinden ediyor”. ABD'nin, Doğu Blok'unda özgürlük yok ancak biz özgürlükler
ülkesiyiz söylemi belki de Batı Blok'u için soğuk savaşın en temel argümanlarındandır.
Ama propagandanın can alıcı noktasını Omega Red oluşturuyor. Omega Red çelikten
vücudu olan ve halatları ile insanları kavrayıp onların enerjisini emen
sovyetlerin silah amaçlı ürettikleri bir mutanttır. Burada açıkça SSCB'nin
kontrolsüz bir şekilde silah üretimi eleştirilmektedir. Ancak daha derin olan
eleştiri Omega Red'in güçleri ile ortaya konmakta. Çelik diktatörlüğe vurgu
yaparken, halatları ile hem insanların kavrayıp bırakmaması hem de enerjisini
çalması Doğu Blok'undaki ülkelerin doğrudan Rusya'ya bağımlı kalmasına ve
Rusya'nın ekonomik açıdan bütün bu ülkeleri kullanmasına dikkat çekmektedir. Bu
eleştirinin tarihsel bir haklılığı olmakla birlikte amaç aslında artık devlet
kapitalizmine dönmüş SSCB ile komünizm fikrini bir tutarak anti-komünist
propaganda yapmaktır.
Son
Söz
Özetleyecek
olursak dış görünüşünden veya her türlü farklılığından ötürü ezilen mutantlar
fantastik bir anlatımla ezilen kimlikleri oldukça başarılı temsil etmektedir.
Ancak bu ezilme ilişkisine karşı getirdiği çözüm yolları ise her zaman tartışılan
bir mevzudur. Ana iki eğilim olan Magneto ve Professor X'in yaklaşımlarına
dönecek olursak aslında iki başarısız tablo karşımıza çıkıyor. Magneto'nun
bireysel terörizme varan tarzı insanlarla olan savaşı körüklemekte, karşı
propaganda gruplarına materyal vermektedir. Kendi fikri için dahi çok az yol
katedebilmiş ve zaman içinde onları da kaybetmiştir. Professor'ün politikası
ise aslında mutantları birleştirmekten çok uzakta, yönetimden bir kişiyi ikna
ettiğinde bile yerine yenisi gelmekte ve ufak kazanımlardan ileriye
gidememektedir. Gerçek hayatta baktığımızda da kimlik siyasetinin sonuçları
benzer olmaktadır. Evet, kendi kimliğini savunmak çok önemli ancak çizgin
sadece bundan ibaret olduğunda karşı tarafın yaptığı kutuplaştırma siyasetinin
dışına çıkamıyorsun ve giderek ezilen kimlikler bile birbirinden çok fazla ayrışabiliyor.
Hatta bir kimlik diğerinin kurdu olabiliyor. X-Men dünyasında da birçok finalde
dünyanın veya mutantların yok edilmesi bile yukarıda sözünü ettiğimiz ideolojik
arka plandan kaynaklı doğal bir sonuç olarak karşılanıyor.
KAYNAKÇA
The
psychology of superheroes Mikhail Lyubansky, Ph.D
Stan
Lee's X-Men, http://secretsbehindthexmen.blogspot.com.tr/2011/12/stan-lees-x-men.html
X-Men Hakkında İlginç Bilgiler, https://kahramangiller.com/cizgi-roman/x-men-hakkinda-ilginc-bilgiler/2/
Yorumlar
Yorum Gönder